Bursa otogara varışımız tam beş saat sürmüştü. Ayaklarım uyuşmuştu oturmaktan. Samet abimi aramadan önce, bir sigara yaktım. Aklımda hep aynı düşünceler kol geziyordu. Zehra her yerdeydi. Nereye gidersen git, düşünceleri de kendisiyle birlikte götürüyordu insan en nihayetinde. Kaçmak çözüm değildi. Nereye kaçıyorsun, insan kendisinden kaçabilir miydi? Hiç işte, boşa çaba.
Böyle düşüncelerin ortasında debelenirken, bir an nefesimin kesildiğini hissettim. Hayır canım böyle bir şey nasıl olabilirdi. Sigarayı elimden atmamla, yerden çantamı alıp adımlarımı hızlandırmam aynı zaman dilimine denk düşüyordu. Koşar adımlarla yürüyüşünün, saçlarının, endamının her şeyiyle Zehra olduğuna kalıbımı basabileceğim insanın peşine takıldım. Az sonra yetiştim ve sol kolundan tutup kendime çevirdim, “sen benimle dalga mı geç….” Cümlemi tamamlayamadım, bu Zehra değildi. Kafamdan cehennem ateşleri boşalmıştı. Utancımdan yerin dibine girsem o an, orada canımı teslim etsem yeriydi. “Ne diyorsunuz beyefendi” dedi. Gözleri yeşildi bu ablanın da, lakin hiçbir yeşil Zehra’nın yeşiline denk düşmüyordu. “Çok özür dilerim, bir arkadaşıma benzettim sizi” diyebildim. Allah’tan anlayışlıymış, çok fazla uzatmadan, özrümü kabul ederek, arkasını döndü gitti. Derin bir oh çektim. Arkasından baktım kaldım. Bir insan evladı bir insan evladına bu kadar benzememeli Allah’ım. Niye bana böyle şeyler yapıyorsun gibi geveledim kendi kendime. Aşk buydu herhalde. Herkesi o zannetmek, O’nu hiç kimseye benzetememek. Gayet sarı saçlı, yeşil gözlüydü o kolundan tuttuğum kadın da. Aynı duygular neden ona karşı da hissedilmiyordu? Aşkın suretle işi yoktu anlaşılan. Aşk başka bir şeydi. Başka bir şeyler vardı aşkın mayasında. Sırtıma vurdum çantamı. Telefonum çalmaya başladı o esnada, arayan Samet abimdi. Açtım, Neredesin ulan” dedi. Meğer otobüsten indiğim yerde beni bekliyormuş. Ben tabi, köşe bucak Zehra kovaladığım için unutmuştum Samet abiyi. “Geliyorum abi” dedim.
Buluştuk, sarılıştık. Durdu, yüzüme baktı. “Ne derdin var gene” dedi. “Hiç” dedim. Kocaman bir “hiç…”
“İyi, aferin. Derdi hiç olanın dünya kulu olur” dedi.
Şehir içi dolmuşlardan bir tanesine bindik. Görükle’ye gidiyorduk. Yol boyunca hemen hiç konuşmadık. Bir ara, “Abi” dedim, “benim iyi bir silkelenmeye ihtiyacım var, nedenini sorma, nedenini söyleyemem. Ama iyi değilim. Hiç iyi hissetmiyorum kendimi” dedim. Sol yanımda oturuyordu. Başını hafif bana doğru çevirdi. Bakışları içimden geçti sanki. Hiçbir şey demedi. Ben de başka bir şey demedim. Sustuk…
www.benosmancoskun.com