ÜÇ
Olan olmuştur, olacak olan da olmuştur.
Ahmed Amiş Efendi.
“Bildiğiniz hiçbir şey bildiğiniz gibi değildir. Bildiğinizi sandıklarınızı unutun. İşte budur hakikat. Çünkü hakikat renksizdir. Bilinemez, ancak olunur. Kendisi hakikat olmayan hakikatten söz söylerse bilin ki yalandır, yavandır. İçi boş sözlere karnımız tok bizim. Kainat yaratılırken söylenen “kün” sözü, yani “Allah ol der ve o şey hemen olur” ayeti mucibince “olan olmuştur, olacak olan dahi olmuştur.” O “kün” emri bir kere zuhura gelmiştir ve şu anda o “kün” yaşanmaktadır. “Bu gelenler o eski gidenler”dir. Bir hırsız ölürse yerine bir hırsız doğar, bir alim kişi ölürse yerine bir alim kişi doğar. Bir kutsi hadiste buyrulduğu üzere; “Benim gök kubbem altında öyle veli kullarım var ki, onları benden başka kimse bilmez.” Olay bundan müteşekkildir. Üç kişilik bir köyde bir tanesi mutlak surette Allah’ın sevgili kuludur, bunu o kişi dahi bilmez. Eğer öyle bir kul orada yaşamıyorsa, orada taş üstünde taş kalmazdı. Yıkılır, tarumar olurdu. Mevcudiyet itibariyle Hak’tan başka hiçbir şey yoktur. Görünen her şey Hak’tır ve Hak nazarıyla bakmak lazımdır. Mansur’un “En-el Hak” sözü Hak’tır. Lakin aynı sözü Firavun söylediğinde şirk oldu. Çünkü fark vardır. Bilmek görmenin aynısıdır. Bilen görür. “Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?” “Onların kalpleri vardır, onunla idrak etmezler. Onların gözleri vardır, onunla görmezler. Onların kulakları vardır, onunla işitmezler. Onlar hayvanlar gibidir. Hatta daha çok dalâlettedirler. İşte onlar, onlar gâfillerdir” ayetinde belirtilen gâfillerden olmamak lazımdır. Her şey insanın hizmetindedir. İnsan için yaratılmıştır. Bu yerler, gökler ve ikisi arasındaki her şey, insanın yüzü suyu hürmetine var edilmişken, yine de insan çok nankördür. Herkesin ağzında bir Allah’a inanmıyorum kelamıdır almış gidiyor. İnanmadığın şeyi inkar etmeye seni zorlayan nedir? Yok olan hakkında bu kadar niye dil döküyorsun. Seni bu konuda düşünmeye sevk eden şey nedir? Seni bu vesveselere gark eden nedir? Her insanın içerisinde bulunan nüve elbette. Dünya üzerinde gelmiş geçmiş bütün inanç sistemlerini inceleyin. Hepsi hakikatin peşindedir. Bilim bile bir yaratıcının olduğunu inkar edemiyorken, sen beyninin üçte birini kullanmaktan acizken oturduğun yerden. Düşün ki bu içinde bulunduğumuz güneş sisteminden milyarlarca daha var. Sen daha içinde bulunduğumuz güneş sisteminin sırrını çözememişken, bırak onu bu üstünde yaşadığımız dünyada daha ayak basılmadık yer varken. Hangi akla hizmet yaratıcıyı inkar ediyorsun? Neyin kafasını yaşıyorsun? Afyon mu kullanıyorsunuz? Şarabı mı fazla kaçırıyorsunuz? Kafanız mı iyi Allah aşkına. Aklınızı başınıza toplayın. Kuran’ı okumamışsınız Müslümansınız, yahut tam tersi Kuran’ı okumamışsınız ama, inanmıyorsunuz? İnsan bilmediği şeye düşmandır. Siz neyi bilmediğinizi de bilmiyorsunuz ki bu cehaletin en tehlikeli boyutudur ve ne yazık cahiliye dönemini daha şiddetli yaşıyoruz bugün. Aklınızdan şunu da çıkarmayın. Her şey olması gerektiği gibi olur, her şey olması gerektiği gibi de olacaktır.”
Sanki beynim heybetli bir şehirdi, yıkılmayacağına olan inanç o kadar bizi ele geçirmişti ki, bildiğimizi sandığımız her şey birer birer yıkılıyor. Samet abi beyin şehrimizin içinde dolaşan bir dev gibi, her sözünde bir adım atıyor o adımların yarattığı sarsıntı, akabinde büyük yıkımlara sebep oluyordu ve yerine yenileri inşa ediliyordu.
İnşaAllah demeden hiçbir işinize başlamayın. İnşa eden Allah’tır, unutmayın. Sizin kendinize ait müstakil bir gücünüz kuvvetiniz yok. “La havle ve la kuvvete illa billah” derken ne söylüyorsunuz, hayatın içerisinde yaşarken ne yapıyorsunuz? Güç ve kuvvet ancak Allah’ındır diyorsun. Sonra kalkıyorsun, ben yaptım ben ettim diyorsun. Allah’ın gücüne kuvvetine sahip çıkıyorsun. Ortak koşuyorsun. En büyük küfür budur! Hz. Muhammet (s.a.v.)’in söylediği; “ben ümmetimin açık şirklerinden korkmam, hafi şirkinden korkarım.” hadisi mucibince düşünmek gerektir. Siz düşünmüyorsunuz, düşündüğünüzü zannediyorsunuz, bu en fenasıdır. Saçma sapan bir hâl içerisindesiniz. Kendi ahvalinizden haberdar değilsiniz. Hayatınızı kainatın yaratılışına kafa yormakla geçirin. Bütün işiniz gücünüz bu olsun, siz eşyanın hakikatini bilseniz, adım atarken dahi titrerdiniz ya hu” dedi.
Bu sohbetlere devam edildi belirli aralıklarla. Sonra sıklaştı bu sohbetler. Her geçen gün, daha çok inanmaya başladım.
Şimdi inkar edemiyorum hiçbir şeyi. Neyi inkar edeceğim, Allah aşkına!
Samet abi sonra Bursa’ya tayin oldu gitti. Biz kaldık Tolga abiyle. Zaten bütün hikaye ondan sonra başladı.