“bilemezsin sana verecek bir armağanı ne çok aradığımı, hiçbir şey içime sinmedi, altın madenine altın sunmanın ne anlamı var, ya da okyanusa su, düşündüğüm her şey doğuya baharat götürmek gibiydi, kalbimi ve ruhumu vermemin bir yararı yok, çünkü sen zaten bunlara sahipsin, o yüzden sana bir ayna getirdim, kendine bak ve beni hatırla.”
Salondaki büyük duvara büyük harflerle “İNSANIZ, AFFET!” yazmıştın. Zehra kapıdan girdiği gibi yönlendirme notlarıyla karşılaşacaktı ve evin her yeri balonlarla süslenmişti. Konfetiler patlatılmış ve ev tam bir panayır alanına dönmüştü. Müzik çalarda dans müzikleri çalıyordu. İşlemler tamamdı. Nazlı, Zehra ile görüştü telefonda, geldiğini öğrendi ve telefonu kapattı. Sana dönüp bize yol göründü usta, bundan sonrası sende, dedi göz kırpıp. Teşekkür ettin kızlara ve kızlar çantalarını alıp ayrıldılar evden. Sen de banyoya kapatmıştın kendini, hatırlıyorsun bu ayrıntıların hepsini değil mi? Hatırlıyorsun elbet. Her şey dün gibi aklında. Hatta mıh gibi aklında. Bunları kulağına fısıldayan da benim devamlı surette, ama bunları sana devamlı hatırlatmamın sebebi sen bunları unutma ve yoluna bak, geçmişte yaşa diye hatırlatmıyorum sana bunları. Geleceğini daha sağlam bina et diye hatırında tutmanı istiyorum. Lâkin sen ne yapıyorsun? Hayatına yeni aldığın insanlara hayatı bu hatırladıklarınla zindan ediyorsun. Daha önce böyle olmuştu da şimdi yine öyle olacaktır, deyip, hem kendine zindan ediyorsun her şeyi, hem de karşındaki insana. Fakat bunlar şimdinin konusu değil. Kendini banyoya kapatmıştın, hatırlıyorsun. Evet. Beklemeye başlamıştın. O banyodaki heyecanı hayatının çoğu anında yaşamamıştın, o güne kadar. O günden sonra da yaşamadın. Duygusuz bir adam olup çıktın akabinde. Neden böyle oldu diye de sordun durdun kendine. Sorup duruyorsun da hâlâ. İşte bütün bu soruların cevabı aslında sana anlattıklarım. Önce her şeyi gözlerinin önüne sereceğiz, tekrar yaşayacaksın her şeyi. Sonra ne mi olacak? Her şey hesaba çekilmiş olacak ve sen neyi nerede yanlış yaptığını görecek, anlayacaksın. Bundan sonraki hayatında bu notlar senin çok işine yarayacak. Heyecan duymaya başlayacaksın yeniden. Benim görevim sana akıl vermek değil. Böyle bir misyona sahip değilim. Sadece dediğim gibi olanı görmeni sağlayacağım.
Biraz zaman geçtikten sonra, kapının açıldığını duydun. Hâlâ banyodaydın ve kalbin adeta ağzının içinde atıyordu. Banyonun kapısının açılmasını bekliyordun. Zehra önce odaları dolaştı. Yatak odasında çiçekleri gördü, küçük odadaki aynayı gördü. Salona geçti, duvardaki büyük harflerle yazılmış, “İNSANIZ, AFFET!” yazısını gördü. Ellerini yüzün götürdü ve içinden adını sayıklamaya başladı. Sonra banyonun kapısına geldi usulca, kapının kulpunu tuttuğunda, sanki kalbin de o kulpla beraber tutulmuştu, öyle hissetmiştin. Yeşil gözlerini gözlerinin içine dikip adını söylediğinde yüzündeki tebessüm neticesinde yanağında oluşan gamzeye gömülmek istedin o an. Boynuna sarıldığında kokusunu öyle bir içine çekmiştin ki, o an zamanın durmasını diledin. Sonra sevinçle notları görmedin mi sen, diye girmiştin söze. Hiçbirini görmemişti Zehra. O da öyle heyecanlanmıştı ki, odaları dolaşmaya başlamıştı sıra sıra, seni bulana kadar. Kapının girişindeki notu göstermiştin ilkin, sonra diğerlerini. Yatak odasındaki çiçeği kucağına alıp koklamıştı. Küçük odadaki aynanın önünde durmuştunuz beraber, sen arkasından sarılmıştın, kokusunu içine çekip derin bir nefes almış ve aynanın kenarına iliştirmiş olduğun notu sesli bir şekilde kulağına okumuştun. Her şey planlandığından da güzel ilerliyordu.
Sonra salona geçtiniz beraberce, el ele. Salonun ortasına kızlarla beraber kurmuş olduğunuz masaya oturmuştunuz karşılıklı. Sen kalkıp şarabı almıştın dolaptan. Mantarını çıkarıp, şarap kadehlerine servis etmiştin. Sen içmemiş Zehra’nın içişini seyretmiştin. Konuşmak istemiştin, diğer yandan da konuşup bütün ahengi bozacağından korkmuştun. Zehra, tam bu esnada demişti ki, beni bu kadar gözünde büyütme. Sen zaten büyüksün ben bir şey yapmıyorum diye çıkmıştı ağzından. Şimdi böyle şeyler düşünme, ânın tadını çıkaralım, diye fısıldamıştın ağzının ucuyla. Bir şişe şarabı Zehra tek başına bitirmişti, sen bir kadeh şarabı koklar gibi içmiştin. Zehra’nın kafası olmuştu bariz bir şekilde. Kalkıp dans etmiştiniz, şarabın gazabından korkmak lazımdı, çünkü fena kırmızıydı, Attila İlhan şiiri gelmişti aklına. İçinden mırıldanmıştın.