Zehra’dan gelen karşılık, falanca barda olduklarıydı, kızlarla beraber. Sen çılgına dönmüştün. Şu anda olduğunu söylediği barın sahibini sevmiyordun. O bir şey değildi. Zehra senden habersiz kız kıza da olsa alkollü bir mekana gecenin bir vaktinde nasıl gidebilirdi. Bu kurt beyninin en ücra köşelerine kadar işlemeye ve beynini kemirmeye başladı. Evde duramadın o saatten sonra, kalkıp, hazırlanıp apar topar çıktın evden. Barın kapısının önüne kadar gittin, içeriye giremedin. Barın kapısının önünde bir aşağı bir yukarı dolandın durdun. İçeriye kaçamak bakışlar atıyordun, camlar siyahtı ve içerisi loştu, bir şey göremedin. Döndün eve. Bu esnada Zehra’ya mesaj göndermeye devam ediyordun. Karşılık gelmiyordu. Aradın, açtı telefonu Zehra, merak etmemen gerektiğini söylüyordu, kız arkadaşlarından bir tanesinin ismini vermişti, o kız arkadaşında kalacağını söylüyordu. Sen o barda oturmasına takılmıştın bir kere, beni rahatsız eden bir olay seni nasıl rahatsız etmiyor, anlamıyorum, diye girdin söze. Beni rahatsız etmiyor, her şeyi sana haber vermek zorunda değilim, diye kesti sözünü Zehra, sen benim hayatıma karışamazsın diye de devam ettirdi cümlesini akabinde. Beyninde dolanıp duran kurt Zehra’nın ağzından çıkan tek kurşunla hakkın rahmetine kavuşmuştu. Beynin de paramparça olmuştu kurtla beraber. Ne düşüneceğin hususunda bir düşünceye haiz değildin. Akıl denilen beyinden bağımsız bir şeydi ve o da gitmişti başından. Kafanın içi boş bir oda gibiydi, Zehra’nın sözleri çınlıyordu, yankılanıyordu. O anda odanın içindeki eşyaların cem-i cümlesi gözünün önünde gidip gelmeye başlamıştı. Büyüyüp küçülüyordu bütün eşyalar. Kararmıştı ortalık. Tutamadın kendini, ben senin hayatına karışamayacaksam senin hayatında ne işim var, deyiverdin ve bitirdin her şeyi. Görüşmemize gerek yok bundan sonra, dedin kapattın telefonu. Sen bilirsin, diyordu ki Zehra, yarım kaldı cümlesi. O geceyi uykusuz geçirdin. Ertesi gün geçmek bilmedi.
Hesna’nın yanına gittin. Ben nasıl büyük bir eşeklik ettim, diye kendi kendini sorgulamaya başladın. Hesna kendini bu kadar heba etme diye telkinlerde bulunmaya çalıştı, ama nafileydi. Aklın kalbinle yer değiştirmişti ve yine duygularınla hareket ediyordun. Kalbin beyninin açmış olduğu boşlukta atmaya çalışıyordu, kalbin can çekişiyordu Zor bir duruma sokmuştun kendini. Alışık olmadığın şeylerdi bunlar. Kadınların tavırları karşısında, nasıl bir savunma geliştireceğini bilemiyordun. Salak gibi hissediyordun kendini. Aslında hiç kimse bu kadar büyütülmeye değmezdi. Gereğinden fazla insanları büyütme sanatı konusunda kimse eline su dökemezdi. Bırakamıyordun, giden gitsindi. Kalan sağlar senindi. Gönül ferman dinlemiyordu. Ya da işte her neyse. Geçmişte o giden gider, gelen gelir felsefesini yitirmiştin, o felsefeyle beraber kendini de yitirmiştin. Hep kendinden gitmesine müsaade ediyordun ve hayatının merkezi hâline getiriyordun insanları artık. Olmayacağı bariz olan olayları bile oldurmaya çalışıyordun. Olmayacaktı adın gibi biliyordun ya da oldurmaya çalışırken diğer yandan olmayacağını düşündüğün için olmuyorlardı, bu konuda da bir bilgiye vakıf değildin.
Bilgilere vakıf olmak konusunda gayet hünerliydin oysa, teorik bilgi anlamında kimse eline su dökemezdi, ama iş pratiğe geldiği zaman, çocuksuydun, çocuklardan hiçbir farkın yoktu.
Oturup, Hesna’nın başının etini yemiştin, bir şeyler yapmamız lâzım, kendimi Zehra’ya affettirmem lâzım diye dolanıp duruyordun Hesna’nın çalıştığı iş yerinin içinde. Bir aşağı bir yukarı dolanıp duruyor, ikide birde gözlerini ovuşturup duruyordun, dün gece gözünü kırpmamıştın. Uykusuzdun. Hesna’ya, Nazlı’nın hâlâ Zehra’da kalıp kalmadığını sordun. Kaldığını söyledi. Öyleyse Nazlı ile iletişime geçip Zehra işteyken evi süsleyip bir sürpriz hazırlayabiliriz, demiştin. Aklından geçenleri anlatmıştın Hesna’ya. Aklına yatmıştı Hesna’nın da, Nazlı ile görüşme kısmını da Hesna’ya bırakmıştın. Tamam o hâlde haberleşiriz deyip ayrılmıştın Hesna’nın yanından.
Hazırlıklara başlamıştın, balonlar, parşömen kağıtlar üzerine güzel sözler, bir tane ayna almak fikri gelmişti aklına. Apar topar, estetik bir ayna bulmak adına dükkan dükkan gezmiştin. Aslında bütün bunlar senin kendi içinde yaşadığın duygularındı. Zehra’yı hiç ilgilendirmiyordu. Ben uzaktan uzağa izliyordum seni ve maalesef yaptıklarına müdahale etme şansım hiç yoktu. Zaten bilirsin, şans diye bir şey yoktur. Sadece görevler vardır, şimdi seninle konuşmamın sebebi de tam anlamıyla bu konuda görevlendirilmiş olmam. Senin hayat kitabını sana okumak görevim. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar sana anlatacağım. Sen içinde bulunduğun ruh hâlinde, hayatında olduğunu sandığın insanların aslında neler yaptıklarını ve neler düşündüklerini sereceğim gözlerinin önüne. Bunlar senin ne işine yarayacak, biliyor musun? Bundan sonraki hayat çizginde neyi nereye koyman gerektiğini göreceksin. Yani umarım öyle olacak, şu anda tam manasıyla tek amacım senin gözlerini açmak. Ve bundan sonra hayatına dahil etmeyi düşündüğün insanlara merkez görevi yükleme, senden istenilen bu. Büyü artık.
Zehra’nın evine elinde bir buket kucak dolusu çiçek ve aynayla gitmiştin. Nazlı ve Hesna ellerinden gelenin fazlası bir çabayla evi süslemeye devam ediyorlardı. Çiçek buketini Zehra’nın yatak odasında bulunan büyük yatağın üzerine koydun. Büyük de bir peluş ayı oturtmuştun çiçeğin başına. Aynayı küçük odaya koymuştun ve kenarına şu notu iliştirmiştin.