Oturduk bir saate yakın konuştuk. Ahmet Kaya ile komşuymuşlar meğer çocukluğunda, aynı mahalledeymişler. Kitaptaki bilgilerden anlamış bunu. Çok sevinmiş, mutlu olmuş. O anlattı ben dinledim, ben dinledim o anlattı. Sonra o gene anlattı ben yüzümde büyük bir memnuniyet ifadesiyle dinlemeye devam ettim. “Kitap bende kalsın biraz” dedi. “Olur” dedim. Ayrıldım yanından.
Yaklaşık üç gün sonra okulda veli toplantısı vardı. Hemen hemen her sınav haftasından sonra, genel durum değerlendirmesini velilerle yapardı öğretmenler. Yine böyle bir toplantı gününde, okulun koridorunda alt sınıflardan arkadaşlarla sohbet ediyordum. O ara kitabı benden okumak için isteyen Tanzer’i göremediğimi fark ettim. Koridorda gördüğüm herkese Tanzer’i sormaya başladım. Kimse görmemişti. Üç beş dakika geçti geçmedi. Tanzer öğretmenler odası tarafından sakin sakin geliyordu. Beti benzi atmıştı. Sapsarı olmuştu kara Tanzer. Ne olduğunu sordum. “Aga bizim üstümüze kırmızı kalem çekeceklermiş, okuldan atacaklarmış, MİT’e şikayet ederim sizi dedi İbrahim hoca” diye anlatmaya başladı. Kafamdan kaynar sular boşalmıştı. Kan beynime sıçramıştı. Elimde kitaplarım, defterlerim vardı. Yere vurdum hepsini. “Kim oluyor lan bunlar” diye bağırmaya başladım. “Güçleri yetiyorsa atsınlar da görelim, dağ başı mı lan burası” diye bağırıyordum. Tam o esnada İbrahim hocanın müdürün odasından çıktığını ve bana doğru baktığını gördüm. “Ne bağırıyorsun lan” diye o da bana bağırdı. “Ne bağırmayacağım be” diye karşılık verdim. Eliyle “gel” işareti yaptı. Ardından da “gel, gel sen buraya” diye sesini yükseltti. Söylenerek yürümeye başladım. Dimdik yürüyordum. İnandığım değerler uğruna ilk savunmamı yapacaktım. Çok gururluydum. Farklı olduğun zaman her yerde dikkat çekiyordun ve bu farklı oluş hep tepki çekiyordu. Müdürün oda kapısının önüne geldiğimde İbrahim hoca eliyle yol göstererek; “gir içeri” dedi. İçeriye girdiğimde gördüğüm manzara karşısında ilkin nutkum tutuldu. Okulun disiplin kurulu toplanmıştı. Müdür koltuğunda otuyordu ve gülüyordu bana. Müdürü severdim. Baba adamdı. Okulda adının sonuna baba sıfatı yakıştırılmıştı. Herkes adını andıktan sonra, “baba” sıfatını mutlaka yapıştırırdı. Gerçekten de bu yakıştırmaya layıktı. Çok babalık yapmıştır bütün öğrencilere. İçeride altı tane öğretmen vardı. Hepsi oturuyordu. Yalnızca İbrahim hoca ayaktaydı ve iddia makamı görevini üstlenmişti. Bir savcı edasıyla üstüme atılı suçları sıralamaya başladı. Tüm söylediklerine tebessümle karşılık verince daha da sinirlenmeye başladı. İlk iddiasını bağırarak söyledi; “okula yasaklı kitaplar getiriyormuşsun.” Bakışlarımı yüzüne dikip, “yasaklı dediğiniz kitap Ahmet Kaya’nın hayatının anlatıldığı kitapsa ben o kitabı İran sınırından kaçak yollarla ülkeye sokmadım. Bütün kitapçılarda, kırtasiyelerde satılıyor. Hatta buranın en büyük kırtasiyenin cam vitrininde en başta bulunuyor, çok merak ettiyseniz siz de oradan edinebilirsiniz hocam” dedim. Gözlerinin içinden çıkan ateş, yüzümü yalayıp çıktıkları yere döndüler. Vermiş olduğum cevaba müdür tebessümle karşılık vermiş, diğer hocalar tepkisiz kalmışlardı. Sonraki iddiaları daha sertti; “terör örgütü okullarda örgütlenmeye başlamış. Bunlarla bir bağlantın var mı?” dedi. Beynimden vurulmuşa döndüm. Az önce İbrahim hocanın gözlerinden fırlayan o alev topu bu sefer benim gözlerimdeydi. Odanın içindeki bütün hocaları bu bakışlarla süzdükten sonra, bu iddiayı bana yönelten İbrahim hocaya diktim gözlerimi. “Böyle bir iddiayı neye dayandırıyorsunuz” dedim. İstihbarat aldıklarını söyledi. Bu istihbaratta benim adım mı geçiyor diye sordum. “Hayır, ama şüphe uyandırıyorsun” dedi, ardından devam etti; “hakkında suç duyurusunda bulunuruz, okuldan atılırsın, üstüne kırmızı kalem çekilir. DGM’de yargılanırsın. Son sınıftasın, seneye üniversiteye gideceksin, hiçbir devlet yurdu seni kabul etmez” dedi. Afallamıştım. Beklemediğim yerden geldi. Arka arkaya yüzüme tokat yiyor gibi oldum. Olduğum yerde sendeledim, ama dik duruşumdan taviz vermemeye çalışıyordum. Bütün söyleyeceklerini söyledikten sonra, kendimi savunma hakkı tanımadan “çık şimdi dışarı, disiplin kurulunca durumun değerlendirilecek” dedi. Göz ucuyla diğer hocalara baktım. Hepsi duygusuzca yüzüme bakıyorlardı. 18 yaşımdaydım ve suçlandığım şeyler yenilir yutulur tarzda değildi. Sinirden titremeye başlamıştım. döndüm arkamı çıktım müdürün odasından. Tanzer koridorda bıraktığım yerde, yere vurduğum kitaplarım elinde beni bekliyordu. “Ne oldu” diye sordu. “Hiçbir şeyin olacağı yok, hesap soracağız,” dedim. Boyun eğmek gibi bir niyetim yoktu. DGM neydi? MİT neydi? Ne işe yarardı bu kurumlar, çok bir bilgim yoktu o zamanlar. Araştıracaktım ve kendimi çok sağlam savunacaktım. Veli toplantısı bitmiş. Annemle beraber okuldan çıkmıştım. Anneme hiçbir şey söyleyemedim. Günlerden cumaydı. Hafta sonunu büyük bir titizlikle araştırma yaparak geçirdim. Pazartesi günü okula dimdik girmeliydim.