Bir şey diyemedim. İçimin kan ağlamasından kimsenin haberi yoktu tabii. Henüz insanların içlerinin kan ağladığını diğer insanlar göremiyorlar, çok şükür ki göremiyorlar. Gerçi bazı insanlar istisna. Bazı insanlar içinizin kan ağladığını da görürler, ama o insanlardan bizim etrafımızda çok yok. O insanların öyle bir etrafı da yok. Kendi çaplarından ibaret yaşamları içerisinde gayet mutlu mesut yaşamaktalar. Ne birilerinin hayatlarına burunlarını sokmak gibi bir dertleri var ne de kimsenin hayatlarına burunlarını sokmalarına fırsat veriyorlar. Adını şu anda hatırlayamadığım bir filozof büyüğümüzün dediği gibi; “mesafe iyidir.” Böyle bir filozof sözü var mıdır gerçekten, yoksa şu anda ben mi uyduruyorum, bilmiyorum. Ama gerçek anlamda mesafe iyidir ve ciddi anlamda korunmalıdır. Mesela trafikte güvenli takip mesafesi diye bir tabir var, onun gibi düşünün. Hatta gibisi bile fazla, aynen öyle. insanlarla aranızda güvenli takip mesafesi olsun.
***
Bilmem farkında mısınız? Yine boş boş konuşarak sayfaları dolduruyorum. Zaten burada yapmaya çalıştığım şey tam olarak bu. Nedir o? Dertleşmek. Özellikle sizin umurunuzda olmayan konularda konuşmak istiyorum. Yani hepinize teker teker ulaşıp, karşıma çekip anlatamayacağım için, bu yolu seçtim. Başka bir amacım yok. Genel olarak bir amaca da sahip değilim. amaçların hiçbir tanesini de gerekli bulmuyorum. Amaç dediğiniz nedir ki? Sizi bir şeylere ulaşma hususunda gaza getiren güdü. Amaçlar peşinde koştururken, hayatı kaçırıyoruz halbuki. Hayat dediğimiz bize ödül olarak mı ceza olarak mı bahşedildiğini tam olarak çözemediğim çelişkiler girdabında oradan oraya savrulmanın bir adı olsa, ben kendi adımla hitap ederdim herhalde. Yani sizin beni tanıdığınız adımla. Yılmaz derdim bu girdaba. Çünkü hem girdap bitmez tükenmez bir büyümede, hem de usanmadan bizi içinde hapsetmekte. Her şey böyle. Her şey bir girdaba benziyor, her nefes alışımızda bizi içine çekiyor.
***
Milenyumun ilk yılı Sağlık Meslek lisesi sınavını kazanarak Uzunköprü Sağlık Meslek lisesinde okumaya başladım. Lakin biz Keşan’da ikamet etmekteydik. Doğma büyüme Keşanlıyım ve Keşan’dan dışarıya hemen hiç çıkmamıştım. Uzunköprü 42 kilometre uzağındaydı Keşan’ın. Kalma sıkıntısı vardı ve Uzunköprü’de bir tane tarikat yurdu vardı. Bu yurtta kalmayı kesin bir dille reddettim. Annem ile birlikte günün birinde kalktık gittik Uzunköprü’ye. O sokak senin bu sokak benim dolaşmaya başladık. Kiralık ev arıyorduk. Okul başlamıştı. İlk haftalarda gidip gelme yapıyordum. Sabahın köründe kalkıp otobüslere bırakıyordu babam. Oradan yaklaşık bir saat süren bir yolculuk neticesinde okula yetişmeye çalışıyordum. Aynı şekilde akşam okuldan çıktıktan sonra da Keşan’a dönüyordum. Okulda ve Uzunköprü’de kimseyi tanımıyordum. Bu durum çok fazla canımı sıkıyordu. Keşan Edirne’nin en büyük ilçesiydi ve ben Keşan’dan kalkıp Uzunköprü’ye okula geliyordum. Akıl işi değildi. Bölge insanının merkez gözüyle baktığı Keşan’dan ayrılmak ağrıma gidiyordu. İlerleyen zamanlarda Uzunköprü’de güzel günlerin beni beklediğinden haberdar değildim tabii o zamanlar. Can sıkıntısı ve kara bulutlar barındırıyordum kafamın üstünde. Üstüm başım resmen bunalmışlık kokuyordu. Annemin Uzunköprü’ye yerleşmiş akrabaları varmış. Ömrümde hayatımda görmediğim insanlar. Annem de uzun yıllardır görmemişti. Benim ev tutma sorunu neticesinde görüştük hiç tanımadığım akrabalarımla. Bilenler bilirler, Uzunköprü’nün eski girişinden ilerleyince, sağda ticaret lisesi vardır, az geçince itfaiye müdürlüğü, onun da yanında emniyet, emniyeti de geçince bizim okul. Bizim okulun karşısında mezarlık. Değişme ihtimali olmayan bir manzaraya sahipti okulumuz. Dört yıl kaldım orada ve bu dört yıl boyunca değişmeyen tek şey mezarlıkta yatmakta olan hayatları, hayalleri yarım kalmış, hatıralar biriktirmiş ve hepsi kendilerini tanıyan insanlar hayatta olduğu sürece yaşayacak olan, kendilerini tanıyan en son insanla beraber asıl ölümleri gerçekleşecek olan Uzunköprü halkının en sakinleri.