Annemin yüzü ve son sözü gitmiyordu gözümün önünden bir türlü. “Nefes alamıyorum, oğlum” dedi en son. “Nefes alamıyorum, nefes alamıyorum, nefes alamıyorum…” nefesim daralıyordu. Nefes alamıyordum. Tanzer girdi koluma. “Hadi çarşıya gidelim” dedi. “Burada beklememizin bir anlamı yok…” “Nasıl giderim ben çarşıya usta, annem yukarıda canıyla uğraşırken, ben ne yapacağım çarşıda” dedim. “Abi” dedi, “burada oturmamızın da bir faydası yok, doktorlar gerekenleri yapacaklar, içeriye almayacaklar. Göremeyeceksin ki anneni” dedi.
Ya annemi bir daha hiç göremezsem diye bir düşünce kurşun gibi saplandı beynimin en ücra köşelerine. Kan değil, gözyaşıydı akan bütün uzuvlarımdan…
***
Oturduğum yerden Tanzer’in zoruyla doğruldum. Hüseyin abi çarşıya çıkmamızı, oraya geleceğini söyledi. “Bir şeyler atıştırırız hem” diye de ekledikten sonra ekip arabasına binip, gitti. Ben halamı arkadaşının evine gitmeye ikna etmeye çalışıyordum. En nihayetinde ikna ettik. Çarşıya çıkarken halamı bıraktık arkadaşına. Hava soğuktu, halam hastaydı. Dikkat etmesi gerekliydi. Çarşıya doğru giderken, Selimiye Camii’nin heybetine bir kez daha hayranlıkla bakıp, “Saat kaça kadar açık Selimiye?” diye sordum, ziyaret saatinin olmadığını, sabaha kadar açık olduğunu söyledi Tanzer. “İyi” dedim. Saraçlar Caddesi civarında arabayı park ettik. Arabadan indiğim esnada Samet’le Mahmut Can aradı. Nerede olduğumu sordular. “Siz neredesiniz?” diye cevapladım, oldukları yeri söylediler, “tamam ben geliyorum oraya” dedim kapattım telefonu. Ayaklarımı ardımdan sürüklüyordum resmen, adım atmak değildi bu! Hissetmiyordum hiçbir şey.
Ceren Kitap Kafeye geçtik Tanzer’le birlikte. Mahmut ile Samet oradaydı. Oturduk masanın birine, çay söylediler. Ardı ardına sigara yakıyordum. Biten sigarayı söndürmeden önce yenisini yakıyordum. “Çok sigara içiyorsun” diye söylendi Samet. Hafif başımı kaldırıp bir şey demeden tebessümle baktım yüzüne.
On dakika sonra Hüseyin abi aradı, nerede olduğumu sordu, Ceren’deyim dedim. Beş dakika sonra Ceren’e geldi. “Yemeğe geçelim” dedi. Aç olmadığımı hastaneye gitmek istediğimi söyledim. Ama ısrarcıydı, “En azından çorba içersin” diye diretince, kalktık Ceren’den. Tanzer, Mahmut, Samet, Hüseyin abi hep beraber Saraçlar Caddesi üzerinde bulunan ev yemekleri yapan bir lokantaya geçtik. “Çorba alayım ben önden” dedim. Ama onun da yarısını içebildim. “Afiyet olsun, ben kapının önünde bi sigara içeceğim” diyerek kalktım masadan. “Olmaz öyle şey, yemek de ye” diye diretti yine Hüseyin abi. “Yok, midem almıyor” dedim. Üstelemedi. Kapının önüne çıktım bir sigara yaktım. Boş masalardan birine oturdum. Garsonlardan bir tanesi, “çay içer misin abi” diye sorunca, “zahmet olmayacaksa” dedim. Beş dakika sonra, geldi çayım. O ara Mahmut abi aradı. Bir şeyler duyduğunu, inanamadığını, nasıl olduğunu uzun uzadıya sordu, anlattım durumu. “Allah yardımcınız olsun kardeşim, dualarımız sizinle” dedikten sonra kapattık telefonu. Daha Edirne’ye geleli birkaç saat olmuştu, kara haberin tez duyulduğu gerçeğini yaşıyordum. Telefonların ardı arkası kesilmiyordu. Duyan arıyordu. Herkes geçmiş olsun dileklerini iletiyor, yapılabilecek bir şey olup olmadığını soruyor, maddi manevi yanımda olduklarını hissettiriyordu. Uzak yakın, ne kadar seviliyormuşum diye düşündürdü bu durum bana. Ankara’dan İzmir’e, İzmir’den İstanbul’a, İstanbul’dan Kocaeli’ne. Duyan hemen herkes aradı. Yaklaşık beş bin kişinin telefonuna cevap verdim sanırım bu süreçte