***
On beş dakika kadar bir zaman geçmişti ki, ambulans geldi acil kapısının önüne park etti. içeriden annemi acilde karşılayıp, kaydını yapan, bize her anlamda yardımcı olan Erdi geldi. “Kardeşim” dedi, “anneni il devlet hastanesi yoğun bakım ünitesine sevk ediyorlar, korkulacak bir şey yok, gönlünü ferah tut, her şey kontrol altında” dedi. Söyledikleri kafamın içinde uğultuyla karışık yankılanıyordu. Yüzü bi bana doğru geliyor bi benden uzaklaşıyordu. Başım da dönmüyordu ama, ne olduğunu anlayamıyordum. Bir kamyon anlamsızlık içindeydim. Tarif etmenin mümkün olmadığı acılar içindeydim. Tam o esnada sedye üzerinde annemi çıkardılar acil kapısından, kapının önünde duran ambulansa bindirdiler. Ellerinde damar yolu açtıklarından mütevellit kan vardı. Başı sağ omzuna düşmüştü. Baş örtüsü de boynuna düşmüştü. Hareketsiz öylece duruyordu. Çıldırmanın eşiğindeydim. Evden beraber çıktığım, koluna girerek yürümesine yardımcı olduğum ve hastaneye kadar muhabbet ederek geldiğim annem. Boğazım düğümlendi. “Ben yola çıkıyorum, orada karşılayacağım” diye fırladım ambulansın yanından birden. Sağdan soldan haber alan akrabalar yalnız gitmeme izin vermiyorlar ama, diğer yandan da kimse benimle gelmeye yanaşmıyordu. Teyze kızlarından bir tanesi daha yeni duştan çıktığını söyledi. Üşüteceğiz, hasta olacağız diye geveleyip duruyordu ağzının içinde, ağzının orta yerine bir tane vurasım geldi o an. Tuttum kendimi. Enerjimi böyle salakça şeylerle harcamamam gerekiyordu. Herkes birbirine bakıyordu. Yalnız gitmemem konusunda ağız birliği yapmışlardı ama, kimin benimle geleceğine bir türlü karar veremiyorlardı. Teyze oğluna baktım. Onda da hareket yoktu. “Uzun yolda araba kullanamıyorum ben” dedi. Herkesin bir bahanesi vardı. Oysa ben araba kullanacak durumdaydım. Kendimdeydim. Dimdik ayaktaydım. Sadece yanımda oturacaktı ve en çok ona yakışırdı benle gelmek, gelmedi. Sonra altmış yaşına merdiven dayamış halam, hasta olduğu halde “Ben seni yalnız yola salmam” deyip tuttu kolumdan, “hadi oğlum” dedi.
Bindik arabaya çıktık yola. Az gittik uz gittik, aynalardan devamlı surette arkasını gözlüyordum. Seksenden yukarıya çıkmıyordum. Ambulans yetişsin, beni geçsin diye bekliyordum, ama görünmüyordu. Yaklaşık yirmi dakikadır yoldaydım. Bi beş dakika kadar daha gittikten sonra, ambulansın tepe lambalarını gördüm. Sağa çektim, beni geçmesini bekledim. Arkadan çok da yaklaşmadan takip ediyordum. Edirne Devlet Hastanesine evi çok yakın bir arkadaşım vardı, Tanzer, onu aradım. Durumu anlattım. “Hemen geçiyorum hastaneye aga” dedi. Edirne’deki diğer arkadaşlara da haber verdim. Ben Edirne’ye ambulanstan çok sonra ulaşmıştım. Devlet hastanesinin önünde ilk Tanzer karşıladı beni. Bu hastane yeni yapılmıştı. Daha önce hiç gelmemiştim. Epey de büyüktü. İkinci katta, yoğun bakım ünitesine aldıklarını söyledi, Tanzer. O tarafa yöneldik. Halam, ben, Tanzer ikinci kata çıktık. Yoğun bakım ünitesinin kapısını bir türlü açamıyorduk. Beklemeye başladık. İçeriden görevli mi, hemşire mi, doktor mu olduğunu çok anlayamadığım biri annemin adını soyadını verdikten sonra, birazdan annemle ilgilenecek olan anestezi uzmanının gerekli açıklamayı yapacağını söyleyip gitti. Beklemeyi hayatım boyunca hiç sevmemiştim, böylesi bir beklemeyiyse kaldıramıyordum. Durduğum yerde duramıyordum. Derken içeriden biri çıktı. Annemin adını ve soyadını söyleyip, “Siz yakınları mısınız?” dedi. “Evet, oğluyum ben” dedim. “Maalesef annenizin durumu kritik, şeker 470 civarındaydı buraya geldiğinde, kanda zehirlenmeye sebep olmuş bu durum. Şekeri düşürmeye çalışıyoruz, ama düşmüyor. Ve ciğerler iflas etmiş vaziyette. Annenizin daha önceden teşhisi konmuş bir hastalığı var mıydı?” dedi. “Yoktu” dedim. “Astımdan şüpheleniyoruz, asıl şüphelendiğimizse domuz gribi” dedi. Tetkikler için gerekli parçanın alındığını falan söyledi, bundan sonrası daha önceki duyduklarımda olduğu gibi kafamın içinde derin uğultular ve yankılanmalardan ibaretti. Hiçbir şey duymuyordum. “Allah’tan ümit kesilmez, dualarınızı eksik etmeyin” dedi, “geçmiş olsun” diye de ekleyip, döndü arkasını gitti. Bi halama baktım, bi Tanzer’e baktım. Tanzer koluma girdi o esnada. “Aşağı inelim çay içelim, dostum” dedi. Boş ve anlamsız gözlerle bakıyordum Tanzer’e.
Edirne Devlet hastanesinin poliklinikler kapısından çıkıp, hemen yakınlarındaki bir banka ruhun bedenin terk etmesi gibi, saldım bedenimi. Yerde bir noktaya o kadar çok boş, o kadar çok salakça bakıyordum ki, ne yapacağım hususunda en ufak fikrim yoktu. Hüseyin abiyi de aramıştım yoldayken, görevde olmasına rağmen, ekip arabasıyla birlikte geldi. Yanında mesai arkadaşıyla birlikte. Edirne’de kim var, kim yok, duyan gelmişti. Çevrem, çembere alınmıştı. Amcam aradı tam o esnada. Babamı Edirne’ye getirmesini söyledim. Buradaki doktorlara bi tedavi ettirmek istediğimi söyledim. Başka bir şey söylemedim. Amcam da üstelemedi.