Bir gün Zehra’yı aradım. Başka bir şey sormak için aramıştım, ama sesini duyunca ne soracağımı unuttum. “Hayırdır?” dedi. “Hiç” dedim, “bir şey soracaktım da, sesini duyunca unuttum, neyse boş ver, nasılsın diye sorayım bari” dedim. “İyiyim, çok iyiyim” dedi. “Atandım ben” dedi. Sesinde kozasından yeni kurtulmuş bir tırtılın kelebek olmasının vermiş olduğu şaşkınlık ve hayranlık duygusu vardı. “Ha, tamam işte yahu, az önce haber sitesinin birinde gördüm, öğretmen atamaları belli olmuş, onu sormak için aramıştım ben seni” dedim. “Atandım, Van’a” dedi. “Van çok uzak değil mi yahu, ne yapacaksın gideceksin değil mi?” dedim. “Gitmem lazım, bu şehirden kurtulmak istiyorum, biliyorsun sevmiyorum burayı, neresi olsa gidecektim. Buraya da gider miyim acaba diye hiç düşünmedim zaten” dedi. Sustum. “Orada mısın” diye yoklama çekti. “Buradayım Zehra, buradayım, atanmış olmana çok da sevindim ama…” “Aması ne Allah aşkına?” dedi. “Zehra” dedim, “sen şimdi gideceksin yani bir daha bu şehirde olmayacaksın, ben buna nasıl alışacağım? Ben seninle yolda denk geldiğimizde bile mutlu oluyordum. Şimdi bu ihtimal bile olmayacak bir daha” dedim. “Yahu” diye devam ettim, “yahu ben senin sabah işe gidiş saatini takip edip, binmiş olduğun dolmuşun geçiş güzergahında bekleyip, seni üç saniye göreyim de günüm iyi geçsin diye kendimi parçalıyordum. Bu çabalarım bile amaçsız kalacak, sen zaten yoksun hayatımda, ama seninle aynı şehirde nefes alıyor olmak bile yetiyordu bana. Yani sen şimdi o balkonu sonradan içeri alınan evde olmayacaksın bir daha öyle mi? E, ben ne yapacağım şimdi Zehra? Ben, senin evinin karşısına geçip sabahlara kadar odanın ışığını seyredip mutlu oluyordum. Bu çaresizliğimi bile seviyordum. Sana olan bu çaresizliklerim bile beni hayata bağlıyordu, anlıyor musun? Şimdi bunların hiçbir tanesi olmayacak, çünkü sen bu şehirden taşınıyorsun Zehra, inan bu bana çok ağır gelir. Ben bunu kaldıramam.” “Saçmalama” dedi, “insan her şeye alışıyor, sen de artık alış benim yokluğuma, ben bundan sonra bu şehirde olmayacağım, beni yolda bile görmeyeceksin bundan sonra, alışman daha kolay olur, göz görmeyince gönül katlanıyor bir şekilde” dedi. “Göz görmeyince hasret katlanıyor, gönül deminde” diyemedim. “Haklısın Zehra” dedim, “gitmeden son bir kez görüşmek isterim seninle” dedim. “Olmaz” dedi. “Hoşça kal” dedi. “Kapatıyorum şimdi işim var” dedi. Hiçbir şey diyemedim. Gitme de diyemedim. Kimdim ki ben! Hiç işte!
***
Zehra’nın tablosunu duvardan indirmiş tam karşımda duran masanın ayağına dayamıştım. Tam karşısına geçip sırtımı çekyata dayadım. Karşılıklı oturmaya başlamıştık. Bu gece Zehra ile içmiş olduğumuz akşamdan sonra, bir daha ağzıma koymadığım Zehra ile özdeşleştirdiğim kırmızı Cumartesi şarabından içmeye karar vermiştim. Tablosu karşımda, dünyanın en güzel manzarasından daha güzel. Gözlerinin içine bakıyorum. Gözlerinin içinde yeni dünyaları keşfe çıkıyorum. Annem geldi yanıma bir ara, “Neden yapıyorsun oğlum kendine bunu?” dedi. “Çok seviyorum ben bu kızı be anne” dedim. Büktü boynunu, bir şey demedi. Belki de diyemedi.
***
(8)
Annem ve babam birlikte hasta olmuşlardı. Her ikisi de sabahlara kadar öksürüyorlardı, aralıksız. “Siz birbirinize öksürüklerle kur yapıyorsunuz galiba, yeni bir lisan mı geliştirdiniz, ne yaptınız acaba” diye takılıyordum. Annem gülüyordu. annem gülünce bütün dünya daha güzel oluyordu. Daha yaşanılır bir yer olduğunu düşündürüyordu annemin gülüşü bana. Bütün anneler hep güzel gülerdi. İstisnası olmazdı bunun. Annemin, annem olması benim en büyük mucizemdi. Ağzı var dili yok, sorarsan söyler, kimsenin gıybetini yapmaz, yapamaz. Bizi ilgilendirmez elalemin hayatı der, kapatırdı konuyu hemen. Rahatsız olurdu. “Günah” derdi “dedikodu yapmak.” “Kardeşinin etini yemekle eş değer yazıyor Kuran’da” derdi.
Her geçen gün ağırlaşmaya başlamıştı hastalıkları annemin ve babamın. Hastaneye götürmüştüm her ikisini de. Ayaktan muayene edip, üst solunum yolu enfeksiyonu deyip göndermişlerdi eve. Evde odalarını ayırmıştım. Birbirinize bulaştırıyorsunuz, iyileşemiyorsunuz bir türlü, iyileşene kadar görüşmek yok demiştim de. Bıraksaydım keşke görüşselerdi diyorum şimdi. Ne bilirdim başımıza gelecekleri.