İki ay sonra…
Zehra sınıf öğretmeniydi, lakin atanamayan öğretmenlerden olduğundan dolayı, özel bir rehabilitasyon merkezinde üç kuruşa öğretmenlik yapıyordu. Bu durum oldum bittim canımı sıkıyordu benim. Her fırsatta bunun tartışmasını yapıyorduk. Ben bu sisteme karşı olduğumu yüksek perdeden anlatıyordum. Okulun sahibinin üç öğrenciden aldığı paraya sen bir ay çalışıyorsun, böyle şey mi olur? Sen dört sene üniversite oku, kafa patlat, sonra gel senden hem zeka olarak, hem de dünya görüşü olarak sığ olan bir adamın gölgesinde, sırf onun parası var diye köle gibi çalış. Ben bunu sindiremiyorum diye diretip, Zehra’yı sınava hazırlanması için devamlı teşvik etmeye çalışıyordum. Çünkü sistem dört sene okuttuğu ve sonunda öğretmensin artık dediği ve diplomayla süslediği gençlerine güvenmiyordu ve diyordu ki; arkadaş tamam okudun, iyi güzel ama, gel bakalım tam olabilmiş misin, bir de kamu personeli zartı zurtuna bi gir hele, kazanama, git diplomalı köle ol bir yerlerde, sürün sürtün. Olmaz olsundu böyle sistem. Zehra’nın atanabileceğine olan inancı hemen hiç yoktu. Yani diyebilirim ki, ben ona bu konuda daha fazla güveniyordum. Geçtiğimiz sene aldığı puanın yetersiz olduğundan tercih zamanları tercih yapmamakta diretiyordu. Bense tercihleri yapması için başında bekliyordum resmen. Olmuyordu, ataması yapılmıyordu.
Bu özel okulun bünyesinde çalışabilmesi için Zehra’nın bir ay sürecek bir kursa katılması gerekiyordu. Yalova’da Esenköy diye bir yerde olacaktı kurs. Neyse, gitti Zehra buraya. Esenköy’e bayılmıştı. Telefonda görüşüyorduk. Anlatmakla bitiremiyordu. Ormanla denizin iç içe olduğundan dem vuruyordu. Öyle güzel tasvir ediyordu ki, yaşıyordum ben de onunla beraber Esenköy’de, sonra bir akşam oturdum Esenköy başlığı koyduğum, ömrümde hayatımda hiç görmediğim bu şirin tatil kasabasına Zehra’nın yüzü suyu hürmetine şiir yazdım;
sen şimdi orada kendi ellerine el gibi
ben şimdi burada böyle sensiz
ellerim ellerine hasret bir adı olmalı
korkusuz, sahipsiz,
sensizlikten havaların bu hali
sen şimdi burada beni böyle görsen
ben şimdi orada olsam böyle mi olurdu
gözlerini düşünüyorum çiçek açıyor ağaçlar
yeşiline selam duruluyor gözlerinin,
yeşili seviyoruz
ben şimdi burada böyle sensiz, ellerinsiz
sen şimdi orada soğuk iklimlere alışmaya çalışıyorsun
bir yanın denize nazır diğer yanın dağlara hazır
gökyüzünde yıldızlar varsa korkmamalıyız
mutlaka bir yıldız kayma ihtimali var,
yıldız kayarsa dilek tutarız ikimizin yarınlarına
özlemlerin de bir adı olmalı, bir anlamı
aşka inanmıyorsun aşka yeni bir anlam bulmalı
inan, çalışmalarım devam ediyor
olmadı adını söyleyeceğim
ve yeniden yazılacak aşkın tarihi…
Mesaj olarak gönderdim bu şiiri Zehra’ya, çok sevmişti o zamanlar. Şimdi hatırlar mı bilmem.
***
Bir gün atanamamasıyla ilgili yine bir sohbet içindeyken, ben yine atanacağına olan inancımla üzerine gidiyorum, bir ara durdum, önümde kağıt ve kalem vardı ve başladım şiir yazmaya, o anda, Zehra’nın yanında;
düşlerimizi çalıyor
geleceğimizin hırsızları
elini kolunu sallaya sallaya geziyor katiller
hırsızlar geziyor elini kolunu sallaya sallaya
hakkını araması yasak köylümün, işçimin
atanamayan öğretmenimin hakkını araması yasak
“biz size özgürlük verdik” diyorlar
diyoruz ki; “özgürlük haktır, verilmez”
karanlık, kanlı ellerinizden kurtulacağız
özgürlüğümüzü alacağız para babalarının elinden…
halkın saltanatını kuracağız…
Sarılmıştı bana şiiri okuyunca, gözlerinin içi parlamıştı. Gözlerinin içi çok güzel parlardı Zehra’nın ve ben kendimi en çok Zehra’nın gözlerinin içinin benim sayemde parladığını görünce mutlu olurdum. Kendimi bir halt zannederdim.