Evet, yazmıştım bunu ama, hiçbir zaman yazıldığından bile haberi olmamıştı Zehra’nın. Hiçbir zaman göndermeye cesaret edemedim. Kaldı öyle! Arada açıp, okurum! Katlarım dörde sonra, çalışma masasının en üst çekmecesine koyarım. Yazıp gönderemediğim diğer mektupların, şiirlerin yanına. Kimseye bahsedemediğim mektupların ve şiirlerin yanına. Ben öldükten sonra bulunup, daha önce yayımlanmamış yazıları ve şiirleri diye hayırsız bir torun bastırır belki, kitap haline getirir. Zehra o zaman görür mü? O kadar yaşar mı? Yaşasın, ne kadar aşk varsa tükenmeyen, öyle tükenmesin ömrü!
***
hep bir şeyler bir yerlerden eksik kalmış gibi sanki yerle yeksan bir şeyler var gibi görmüyor musunuz azalmış gece azalmış bir bilmece taşıyor içimden cevabına aşina bir soru büyütüyorum adına sen "çare" de, ben her neyse...
ikimize birden fazla bu ihtimaller güzelim, sen geceyi iki eşit parçaya böl ben mutluluğu yakinen bilmem kulak aşinalığı sadece, efkarlıyım ilişme ben her şeyi hayra yorayım kaderine yabancı düşler peşinde dolaş
demiştim; gitme, şehrin kimliğiyle oynamayalım...
ve şimdi ben sana ne yapsam her ne yapsam ben şimdi sana bir maden ocağı çöker üstüme göçük altında kalırım göçük altında bırakırsın beni umursamaz bir devlet anarşisiyle
serde şairlik var, bu işin fıtratında sevmek var
hadi diyor cebrail, hadi şair gülümse ne yapsam ağlayamıyorum...
ellerimde bir kalp kalbin içinde sen, senin içinde bir dünya vardı kapına da gelmiştim üstelik her şey tamamdı, ölünebilinirdi ölebilmek namına hava da güzeldi ve bilirsin ben akşam serininde çıkıp dolaşırım çıkıp dolaşırım ve bir bilgeye rastlarım mutlak der ki bilge; ölmek aşkın fıtratında var, üzülme...
gitmiyorum ölüyorum gülümse...
gözlerinin rengine ulaşabilmek adına ölmem gerek bilirsin işte, ölünür ve gömülür insan, yeşillikle doğarım yeni güne, gezip dolaşırsın üstümde mutlak,
sen bilmezsin, kimseler bilmez olsun, ayaklarından başlarım öpmeye...
her şey biraz acemice
tanrım, bu olmadı
inan kendine benim sana inandığım gibi
tanrım, al beni yanına her şeyi baştan yaratalım, mesela tanrım,
o da beni sevsin...
***
Mektubu çekmeceye koyarken, başka bir kağıda yazılmış, öylece kalmış bu şiir! Yazıldığını bile unutmuşum, bir an düşündüm hatta ben mi yazdım bu şiiri acaba diye! Bazen hoşuma giden şiirleri böyle temize çekip saklıyordum da bu şiiri benim yazdığım çok aşikardı. Zira “Çâre” Zehra’nın oyuncak ayısının adıydı. Bir kızı olursa da bir gün mutlaka adını “Çâre” koyacaktı. Söz vermiştim ben de kendi kendime, bir kızım olursa bir gün mutlaka adı “Çâre” olacaktı. Beni çaresizlikler ortasında bırakmıştı ama, olsundu. Ne demişti şair; “Bitti diye üzülme, yaşandı diye sevin…” Öyle işte!