20 gün boyunca evden dışarıya adım atmadım. Sol kolum, sırtımla karışık mosmordu. Yüzüm gözüm şiş, kaşım patlak, sol gözümün altı hem şiş hem mordu. Sol elmacık kemiğim yarılmıştı. Darbenin çoğunu soldan almıştım. Başıma ne geldiyse hep soldan geldi diye salakça espriler yapıyordum yattığım yerden.
Diğer yandan şiirler yazmaya devam ediyordum. Zehra’nın tablosunu ilk defa indirdim duvardan. Yüzüne bakacak yüzüm yoktu çünkü. Tablonun arkasını çevirdim. Öyle astım duvara, tablonun arkasında benim Zehra’ya yazmış olduğum şiir vardı;
Ve tanrı altı günde yarattı bütün kainatı
Yedinci gününü sana ayırdı.
Durdu…
Düşündü tanrı
Onca yeşilin bir anlamı olmalıydı
Ve tanrı gözlerini yarattı…
Mektup…
Merhaba Zehra; Hayatında en büyük nefreti beslediğin adam olmayı başarmış biri olarak nereden ve nasıl başlayacağımı, nasıl ve ne şekilde sana ne anlatacağımı hiç bilmeyerek başlıyorum bunları yazmaya. Ama şöyle bir gerçek var ki; ben hayatı yaşamayı, aşkı yaşamayı bilmiyorum. O kadar hızlı gelişen olayların karşısında saçma sapan tavırlar ve tepkiler çıkıyor benden istemsiz bir şekilde. Bütün reflekslerimi yitirdim sanırım. Hiç olmayacak bir olaya hiç olmayacak tepkiler vermeye başladım. Sinirlenmem gerekirken hiç olmayacak sakinliği korurken, sana karşı hep tam tersi oldum. Yaşamayı bilmiyorum dedim ya, seni de yaşamayı beceremedim, işte tam olarak da bu sebepten dolayı sanırım sana yazmak istedim. Belki de bu yazdıklarımı okumayacaksın, belki şu satıra kadar bile tahammül etmedin, yırttın attın bu kağıt parçalarını. Eğer şu anda tam burasını okuyorsan son defa bi tahammül et bana, sonra yırtıp atarsın bu elinde tuttuğun kağıt tomarlarını. Sonra zaten senin en başından beri beni hayatından çıkarmaya çalıştığın o çıkarılmışlığın tam merkezine gideceğim. Bir daha bir ölü, gerçi sen bu tanımı sevmiyorsun ama, daha elle tutulur bir cümle de icat edilmedi henüz. Yok olmak ölümdür ya, onun için sanırım! Sen de beni öldü say! Gerçi şöyle de bir şey var, sana yemin olsun mart ayından beri zaten ben bir ölüyüm! O kadar net, o kadar acıklı!
***
Sana anlatmak istediğim o kadar çok şey var ki, hangisinden başlayacağımı hala kestirebilmiş değilim, ne anlatacağım onu da bilmiyorum. O son söylediklerimden sonra, seni nasıl sakinleştirebilirim, evet sanırım bu da mümkün gözükmüyor çok fazla. *** Dilersen senin beni tanıdığın ilk zamanlardaki “ben” ile şimdi senin asıl yüzün buymuş dediğin “beni” kıyaslamaya çalışayım ve sana nedenlerini bir bir anlatayım. *** Evet çok fazla saçmaladım.!. Kabulümdür! 2013 ekim ayında seninle tanıştığımızda, hatta Ö…’nün bana senden ilk bahsettiğinde bana seni gösterdiğinde, senin haberin yoktu tabi bunlardan ben senin için işte bu demiştim! Nedenini bilmiyorum, sanırım 2 yıllık bir ilişkinin ardından düştüğüm o boşluktan kurtulma çabası! Yok yok, bu neden değil, sanırım bile denmez buna! Çünkü o ilişki iki yıl çok bile dayandı, daha önce noktalanması gereken bir ilişkiydi! Neyse konumuz o değil, salla! O kadar berbat bir ilişkiden sonra, seni fotoğraflarda gördüğümde işte bu dememin sebebini de bilmiyorum. Ama şöyle düşünmüştüm yanlış hatırlamıyorsam, çok güzel gözleri var abi, çok da güzel gülüyor, bu kadar güzel gözleri olan ve bu kadar güzel gülen bir insan kesinlikle kötü birisi olamaz! Evet, kesinlikle böyle demiştim kendi kendime! Daha seni tanımıyordum! Daha sen beni tanımıyordun! Belki şu anda keşke hiç tanımasaydım diyorsun bu satırları okurken! Ne diyeyim, onda da sonuna kadar haklısın! Bazen ben bile kendime aynı şeyi söylüyorum! Lanet bir adamım ben! Kahrım çekilmez! Dediğin gibidir belki, hastayımdır! Ki belkisi bile fazla, ziyadesiyle hastayım. Ama şöyle gerçeklerim vardı benim sana dair, benim öyle hemen evlenmek gibi hülyalı düşlerim yoktu! Ve emin ol, seni tanıdığım ilk günden bugüne kadar sana yemin olsun bir tek yalanım olmadı sana. O arada saçmaladığım, hayatımda biri var, yok nişanlanıyorum safsatalarını saymazsak! Onlar da yalan değil, ne olduklarını da bilmiyorum ama, yalan değil! Başka bir adı vardır da şimdi aklıma gelmiyor!