Zehra ile aramızın limoni olduğu zamanlardan bir zaman, ev arkadaşı Naz ile anlaşıp, en yakın arkadaşlarından Esna’yı da yanımıza alıp Zehra’ya bir sürpriz hazırlamaya karar verdik. Şehirde, belki de ülkede ne kadar balon varsa aldım, konfetiler işte ne bileyim aklıma gelebilecek envai çeşit organizasyon şeysini alıp Zehra’nın evini donattık hep beraber. Bir de epey büyük bir ayna aldım. Ve kenarına şu notu iliştirdim; “Bilemezsin, sana verecek bir armağanı ne çok aradığımı, hiçbir şey içime sinmedi. Altın madenine altın sunmanın ne anlamı var ya da okyanusa su? Düşündüğüm her şey doğuya baharat götürmek gibiydi. Kalbimi ve ruhumu vermemin bir yararı yok. Çünkü sen zaten bunlara sahipsin. O yüzden sana bir ayna getirdim. Kendine bak ve beni hatırla…”
Yatak odasındaki yatağın üzerine de kocaman bir buket çiçek koymuştuk. Salondaki duvarın tam orta yerine büyük harflerle bir kartonun üzerine “İNSANIZ, AFFET” yazmıştık. Her şey tamamdı. Her şey tam anlamıyla dört dörtlüktü. Zehra’nın ne tepki verebileceğini kestiremiyordum, ama biz elimizden geleni yapmıştık. Hani o yatağın üzerindeki buketi yahut aynayı kafama geçirmesi işten bile değildi. Her şeyi göze almıştım. Zehra’nın işten çıkmasına yarım saat kala, Naz ve Esna evden ayrıldılar. Allah yardımcın olsun diyerekten. Kalmıştım Zehra’nın evinde tek başıma. Ne yapacağımı bilemedim. Heyecandan elim ayağıma dolanmıştı resmen. Ulan ne zor işlermiş bunlar diye düşünürken, zamanın da su gibi geçtiğini fark ettim. Zehra eve gelmek üzereydi. Derken kapı açıldı. Ben o sıra kendimi banyoya kapatmıştım. Kalp atışlarımın ritminden içeride ne olup bittiğine dair en ufak bir ses duyamıyordum. Banyonun kapısı açıldı, işte karşımdaydı Zehra, hayatımda hiçbir zaman tarifini yapamadığım yeşil gözleriyle gözlerimin içine bakıyordu. “Sen nasıl bir şeysin ya” dedi. O an nefes alıp almadığım konusunda şüpheler barındırıyordum, hiçbir şeyden emin değildim. Ne diyecektim şimdi, buraya kadar her şey tam da istediğimiz gibi olmuştu da, bundan sonra ne söylenirdi ki? Gözlerimin içine bakmaya devam ediyordu, gözlerinin içinde eridiğimi hissediyordum. Kollarını kaldırdı boynuma bir sarılması vardı, aman yarabbi. Dünyanın o an yıkılıp tekrar kurulması, hatta Allah’ın meleklerine toplanın yeryüzünde ben bir halife yaratacağım müjdesi gibi bir şeydi. Elest bezmi tekrar kurulmuştu o an. “Elestü bi rabbiküm” nidası kulaklarımdaydı işte, “beli” diyordum. Ve yeryüzüne gönderiliyordum. Ruhumun teslim töreni gibiydi içinde bulunduğum zaman. Her şey o kadar silikti ki, sadece yeşil bir çift göz nezaretindeydim ve yaşam belirtisine dair başka da bir şey yoktu. Çok güzeldi.
ve tanrı altı günde yarattı bütün kainatı
yedinci gününü sana ayırdı,
durdu,
düşündü tanrı
onca yeşilin bir anlamı olmalıydı
ve tanrı gözlerini yarattı…
Bu şiiri okumuştum gözlerinin içine bakarak, bu şiiri Zehra için yazmıştım. Onun için yazıyordum bütün şiirleri. Aslında o başlı başına şiirdi de ben eşit parçalara ayırıyordum ve birbirinden güzel şiirler olarak çıkıyordu su yüzüne. En güzel şiirlerimi hep ona yazdım. En güzel günlerimi onun yanında yaşadığımdan mütevellit olsa gerek. “Seni çok seviyorum” dedim gözlerinin içine bakarak ve bütün kainat şahitlik ediyordu o an bana, bütün ruhlar “beli” diyordu. Ve aşkın tarihi yeniden yazılıyordu…
www.benosmancoskun.com