Eylem saati gelip çatmıştı. Saat beşe yaklaşmıştı ki, ben o sıra Yuvam Kafenin önündeyim. Ellerinde bayraklar, insanlar telaşlı telaşlı eylem alanı yönüne doğru yürüyorlardı. Ben de telaş yaptım. On dakika öncesine kadar gayet sakindim oysa. Aradım çocukları nerede olduklarını sordum. Basın açıklamasını temize çekmeye çalıştıklarını söylediler. Acele etmelerini söyledim. Eylem alanına bir geçtim ki, gözlerime inanamadım. Sonradan polislerden aldığımız bilgiye göre ki basına da bu şekilde yansıdı, dört bin kişi yürüyüşe katılmış. On gün kadar sürdü bu yürüyüşlerimiz.
Sonra tabii bir şey olmadı, güzel bir halk isyanı olarak kazındı belleklerimize. Sular yavaş yavaş duruldu. Ölen öldüğüyle kaldı. Yaralananlar yaralandıklarıyla. Ama şunu görmüştük hep birlikte, bu halk isterse çok güzel birlik olabiliyor. 70-80 yıldır ülkece ihtiyacımız olan birlik beraberlik şeysi, gerçek olmuştu. Güzel de olmuştu. Hafızalarımızı, bilgilerimizi tazeledik.
Sonra herkes kendi dertlerinin içinde debelenmeye kaldığı yerden devam etti. Heyecanla bir hafta on gün kadar anlattılar birbirlerine, şöyle yaptık böyle yaptık falan diye. O da unutuldu zamanla.
***
Bir akşam yine içiyoruz arkadaşlarla. Epey içtik. Ben çok sarhoş olmuştum. Hani bir sarhoşun, ben sarhoş oldum demesine çok denk gelmezsiniz, genelde sarhoş aslında hiç sarhoş değildir, size öyle geliyordur da, ben harbiden sarhoş olmuştum. Biraz kafa dağıtalım babında dedi ki arkadaşlardan bir tanesi, pavyona gidelim. Ben birden sallanıp duran başımı kaldırdım. “Ne saçmalıyorsun abicim ya, ne pavyonu?” dedim. Herhalde düşününce kafama yatmış olacak ki, “Kalkın hadi gidelim, madem devrim yapamadık, gidelim alem yapalım” dedim. Akabinde olanlar oldu!
***
Masaya gelen dansöz ablalardan bir tanesi, mekandan çıktıktan sonra, sevgilisini öyle bir şişirmiş ki, adam beni aradı. Nerede olduğumu sordu. Yolda olduğumu eve geçeceğimi söyledim. “Falanca yere gelir misin bi konuşalım senle” dedi. Tabii ben her ne kadar sarhoş olsam da, kendimden gayet emindim, herhangi bir şey yapmadığımı biliyordum çünkü. Ne olabilir ki diye düşünüyorum. Altı üstü bir yanlış anlaşılma olmuştur. Konuşarak halledilir.
Söylenen yere gittiğimde mekandaki abla, yanındaki sevgilisiyle birlikte, daha arabadan iner inmez üzerime çullandılar, öyle acımasızdılar ki, ayakta zor durduğumdan karşılık veremiyorum. Konuşarak anlaşabiliriz tarzında saçmalıyorum. Ama adamın ve dansöz ablanın dinlemek gibi derdi yok. Onlar gözlerini karartmışlar, oradan buradan vuruyorlar. Kafama, koluma, enseme, sırtıma artık işte nasıl denk gelirse. Arada belindeki silahını gösteriyor dansöz ablanın sevgilisi. Ben ama kendimden hala eminim. “Yanlış yapıyorsunuz” diyorum. “Ben öyle biri değilim” diyorum. Bir ara kapalı bir yere soktular beni. Bir sandalyeye oturttular. Tepemde sallanan sarı bir lamba vardı. Elindeki sopayla kafama vurdu. Sandalyeyle birlikte devrildiğimi hatırlıyorum. Bir ara gözlerim karardı. Düştüğüm yerden kaldırdılar. O kapalı yer dediğim, artık neresiyse orası, bilmiyorum. Orada birileri vardı. Bu dansöz ablanın sevgilisini de tanıyorlarmış. Elemanın bir tanesi elinde pompalı tüfekle geldi. “Al abi” dedi, dansöz ablanın sevgilisine. Yok daha neler diye geçti aklımdan bir an. Kafamın içinde Ahmet Kaya’dan bir şarkı vardı gene;
“Ağladım gözyaşlarım döndü denize
Ben derdimi kimseye söyleyemedim
Kurşunlara gelirken arka mahallede
Düştüm de yerlere bir of demedim
Başıma neler geldi sana diyemedim
Beni kaç kere dövdüler…….”
…
Saat sabaha karşı üç gibi başlayan bu işkence saat sabaha karşı altı civarı sabah ezanının okunmasıyla nihayete erdi. Sabah ezanının okunmasıyla birlikte, sanki üç saattir bana saldıran adam o değilmiş gibi özür dilemeye başladı benden. “Ben ettim sen etme” dedi. “Şikayetçi olma sakın” dedi. Şaşkındım.
Ama bunu hak etmiştim. Daha orada, al sana Allah’ın sopası diye geçti içimden. O durumdayken bile aklım Zehra’daydı. Zehra olsaydı hayatımda ben bu hallere düşer miydim hiç? Ne hallere düştük!
Oradan çıkıp doğruca hastaneye gittik. Telefonum kayıptı. Olay yerinde düşmüştü herhalde. Arkadaşın telefonundan annemi aradım. Apar topar hastaneye geldiler. Halimi görünce annem ağlamaya başladı. Babam sinirden ne yapacağını kestiremiyordu. Gözlerinden belliydi. Çok sinirlenmişti. Belli etmiyordu sadece. Haklıydılar, ben de olsam çok sinirlenirdim. Ben ağlamıyordum. Anneme sarılınca gözümden iki damla yaş süzüldü. Çok üzmüştüm kadıncağızı. Özür diledim. Sarıldım boynuna. Röntgenler falan, bir dünya tetkikten sonra gidebileceğime kanaat getirdi doktorlar. Nasıl geldin bu duruma diye sordular. Düştüm dedim. İnanmadılar, ama inanırmış gibi yaptılar. Rapor istedim, verdiler. 20 gün rapor aldım. Bir rivayete göre 10 günün üzerindeki raporlarda karşı tarafın cezası ikiye katlanıyormuş. Suç duyurusunda bulunduk, mahkeme süreci hala devam ediyor. Hapis cezası alacak herhalde dansöz ablanın sevgilisi, bekliyoruz adaletin tecelli etmesini.