“Bu da Zehra’ya mı?” Evet anlamında başımı salladım. “Sesini duymadan şiir mi yazdın hatuna.” “Usta, kuzenimin arkadaşı, tanıyordum ediyordum, ama hiç konuşma fırsatı olmamıştı, ama aklım ondaydı. Öyle zamanlardan bir zaman yazdım işte, o sesini kanaryalara benzettiğim, okuduğun ilk şiir de sesini duyduktan hemen sonra yazıldı. Zehra’ya karşı ne hissettiysem, o an hemen şiirselleşti bir şekilde. Ben ona hep derdim, “Sen bir bütün şiirsin ben seni mısralara, dizelere ayırıyorum, imgelerini bulup çıkarıyorum, yaptığım başka bir şey değil” diye. “Hayır, bir insan kendisini bu kadar sevdirmek için ne yapmış olabilir diye düşündüm, bulamadım elle tutulur bir şey” dedi Mahmut. “Usta, bir şey yapmasına gerek yoktu. Aşk da tam anlamıyla burada başlıyordu zaten. Seni sevdi mi gerçekten diye bir soru soracak olursan, o tarafına çok emin değilim. Çok da ilgilenmiyorum açıkçası. Ben Zehra’ya aşık olmak adına gönderilmişim bu dünyaya. Bildiğim tek gerçekliğim bu! Bunun etrafında dönüyor dünyam. Ömrümün sonuna kadar da değişmeyecek bir gerçek bu üstelik! İnsanı hayata bağlayan bazı gerekçeler vardır, benimki de Zehra işte!” Rakıdan bir yudum aldım, sigaradan derin bir nefes daha. “Bir bakışı, bir gülüşü yetiyordu, her hali bir şiirin giriş mısraı gibiydi.” Sustum! Mahmut sayfaları çevirmeye devam ediyordu.
Ve belki böyle bir şiir hiç olmayacaktı/ ben olmasaydım
Ve belki ben hiç olmayacaktım aslında/ sen olmasaydın.
Toparla hadi varını yoğunu, buralardan gidelim
Tut ellerimi, kuşların suyunu koymayı unutma.
Milyon yıllık zamanlara geri dönüyoruz/ ver ellerini.
Ve belki böylesi daha iyidir/ bilmez miyim
Ve belki böylesi bize milyonda bir gelir.
Bütün ihtimalleri de alalım giderken/ iyi gelir
Kimseden saklanacak bir şeyimiz kalmasın
Ve çıkmaza çıkmasın artık sokakların adı
Üstümüze baharlık mevsimler alalım
Bir ömür kalalım gittiğimiz yerde/
Söylemeyelim adımızı bilmesin hiç kimse.
Ve belki böyle bir şiir hiç olmayacaktı/ belki de bu şehir
Ve belki bu heyecan/ ve adına aşk denilen bu med cezir…
Cebrailin kulağıma fısıldadığı senin adındır/
Nasıl inkar ederim
Azrailin canını teslim edeceği melek senmişsin/ sırdır ha bu!
Seninim haydi/ al götür beni…
“Usta, sen ne yaptın ya?” dedi Mahmut!
Ben tabii o zamanlar ne yaptığımın farkında değildim, dedim ya daha önce de, en ufak bir hareketinden, bir sözünden, oturmasından, kalkmasından, gülmesinden, bakmasından etkilenip, oturup her şeyini şiirselleştiriyordum. Tek derdim buydu!
“Vay usta bak bu da iyiymiş” deyip Mahmut, sonunu okudu şiirin sadece;
Mevsim normalleri bile normal gelmiyor artık
Önümüz kış ve çetin geçeceğe benziyor
Ellerin olsun
Gözlerin olsun
Saçların olsun
Bu bana, bir ömür yeter
“Ömrü sebebim kün bu şiirin ismi, Zehra’ya yazıldı”dedim, “hatta bu şiir, gözlerimde bir bayram sabahı telaşı, diye başlıyor, öyle başlamasının sebebi de, biz Zehra ile ramazan bayramından birkaç gün önce tanıştık, onun yüzü suyu hürmetine. Yanlış hatırlamıyorsam bu şiir de ya bayramdan bir gün önce, ya da bayramın birinci günü kaleme alındı. Ömrü sebebim kün dememin sebebi de, ömrümün sebebi ol demeye çalıştım. Başka bir şey değil.”
“Usta, sen çok sevmişsin bu kızı yahu” dedi Mahmut, “Öyle böyle değil Mahmut” dedim. “Anlıyorum abi şimdi gece yarıları yollarını kesmenin sebeplerini” dedi. “Anlamazsın abicim” dedim, “beni bu hayatta kimse tam layıkıyla anlamadı, zaten ben de kimseyi anlamadım. Ömrüm geldi geçti, kimseyi doğru düzgün anlayamadım. Saçma sapan şeylerle ömrümü heba ediyormuşum gibi hissediyorum bazen. Neden diyecek olursan, kimsenin yaşam standardı bana uymadı, benim yaşamak istediğim şekli de onlar beğenmedi. Her şeyin boka sarması da tam olarak burada başladı. Ben iyi olsun diye çabaladıkça, her şeyler daha da çıkmaza girdi. Neden böyle oldu, bilmiyorum. Gerçek anlamda bunun sebebini bilmiyorum. Bilsem zaten bu duruma gelmesine izin vermeyeceğim, bir şekilde engel olacağım, en azından engel olmaya çalışacağım. Uşaklıgil’in dediği gibi; “ben ne yapmışsam iyi yapmak kastıyla yaptım, muvaffak olamadıysam, bunun kabahati niyetimde değil.”