Ama sonra ne var ne yok, yine bu hoyrat ellerimle yıktım, mahvettim ve kaybettim Zehra’yı. Bir daha hiç kazanamayacak, bulamayacak kadar uzaklara götürdüm bıraktım, söylediklerimle. Engel olamadım dilime. Ve ben bir daha kendimi hiç tanıyamadım. Her geçen gün değiştim, kendime hakim olamıyordum. Saçma sapan şeyler yapmaya devam ettim. O günden bugüne değişmeyen tek şey, hala Zehra’nın sonradan içeri alınan balkonunun karşısına geçip bir sigara içimlik de olsa durup, seyretmek. Hayatım bu kısır döngü içerisinde savrulup durur o günden beri.
(5)
Her akşam başka mekanda sabahlayıp, mekan sahibinin “Hadi arkadaşım, kapatıyoruz” nidalarıyla oturduğum yerden zar zor doğrulduğum, mekandan çıkarken “bir tane de yolluk versene abi” vakitlerinde sendelerken, hayatın bu kadar acımasız olabileceğine ihtimal vermediğim zamanları düşünüyordum. Oysa, ben böyle bir adam değildim. Huysuz, uykusuz, arkasız, yarınsız düşlerin peşi sıra oradan oraya savruluyordum. Farkındayım oradan oraya savruluyordum cümlesini çok sık kullanıyorum, ama inanın başka bir tanıma sığdıramıyorum içinde bulunduğum durumu. İnsan elindekinin kıymetini kaybedince anlarmış klişesinin yaşayan tek örneği benim herhalde. Nereye koysam kendimi eğreti duruyorum. Elim hiç kimsenin eline yakışmıyor, ben kendimi kimsenin yanına yakıştıramıyorum. Baktığım kahverengi gözler bile, uzun süre bakınca yeşile çalıyor. Çıkamıyorum içinden. Bütün gözler mi yeşil olur? Bütün yeşiller bana Zehra’yı hatırlatmak zorunda mıdır?
Yine böyle demlenmeyi marifet saydığım akşamlardan bir akşam, mekanın birinde oturmuş arkadaşlarla rakı içerken, zira eski sevgili yad edilecekse rakı içmek eski bir gelenektir bizim buralarda. Rakı içiyorduk, masada derin siyaset dönüyordu, haddinden fazla sıkılmıştım. Bir ara sigara yakmaya yeltendim, mekan sahibi soluksuz yetişti, “Usta” dedi, “daha iki akşam önce sigaradan ceza yedik, gözünü seveyim dışarıda iç sigarayı” dedi. Ters bi bakış attım suratının orta yerine, lakin adamın kabahati değildi. 2 bin beş yüz lira az para değil. Benim yüzümden tekrar canının yanmasını istemem elbet. “Tamam abi” dedim. Kalktım oturduğum yerden. Bir tane sigara alıp paketten, ikinci katta bulunan mekanın merdivenlerinden inip kapının önünde yaktım sigarayı. Zeminde başka bir mekan vardı ve orada canlı müzik vardı. Kapısının önüne gidip, biraz kulak kabartayım müziğe dedim. Zira müziği yapan aynı zamanda mekan sahibiydi ve tanışırdık kendisiyle. Kapının önünde beni görünce önce başıyla selamladı. O öyle başıyla selamlayınca eşi yanıma geldi. “Hoş geldin, ne içersin” dedi. Üst katta olduğumu belirttim. “Olsun, bir şeyler ikram edelim” diye ısrar edince, “sade bir maden suyu” istedim. Öyle dinliyordum. “Kum gibi” çalmaya başladı birden. Bu şarkıyı bana armağan ettiğini belirtti mikrofondan. Adımı söylememişti “Sana gelsin kardeşim” demişti sadece. Başımla selamladım. Şarkı bitince aralarında benim de olduğumu, şiir okumak için beni sahneye davet ettiğini anons edince, apışıp kaldım. Hiç havamda değildim.