İçinde bulunduğum durumdan kurtulmak adına psikolojik destek almaya karar vermiştim. Özel hastanenin birine telefon ettim, randevu talep ettim, ertesi gün saat 11’e randevu verdiler. Randevu saatinden 15 dakika öncesinde orada olmamı salık verdiler. Teşekkür ettiler, teşekkür ettim, kapattık telefonları. Başımı ellerimin arasına aldım oturduğum yerde. Ağlayamıyordum. Ağlamak isteyip de ağlayamamak da zormuş meğer. Ağırmış. Böyle tonlarca yükün altında eziliyormuşçasına bir duygu. Nereye dönsem yüzümü hep aynı hüsran, hep aynı hicaz nağmeler. Bu kadar yoğun duygular içinde olmamın sebebini bir türlü bulamıyordum. Çok uzun süre beraber olmamıştık halbuki, ama yoğun paylaşımlarda bulunmuştuk ve bitebileceğine hiç ihtimal vermediğimden olsa gerek, şimdi bu haldeydim. Son şansımsın sen benim, senden sonra kimse olmaz demiştim Zehra’ya. Çünkü senden başka kimseye güvenmiyorum ben bu kodumun dünyasında demiştim. Güven duygumu çok önceleri yitirmiştim, Zehra’ya da ilk başlarda hep bir tereddütle yaklaşmıştım. Sonrasındaysa bütün palamarları koyvermiştim. Güzeldi her şey. Çay koydum gel, demelerini bile özlüyorum şimdi, çay koy geliyorum diyebildiğim kimsem yok şimdi. Öyle işte.
Bir an aklıma Şule geldi. Şule Küçükoğlu, ressam arkadaşım. Evet ya, Zehra’nın yağlı boya tablosunu niye yaptırmıyordum ki ben Şule’ye. Zehra’nın facebook’tan profiline girip uygun gördüğüm fotoğraflarından bir tanesini alıp doğruca fotoğrafçının birine gittim. Fotoğrafı büyütüp sarı bir zarfın içine koydular. Çıktığım gibi, Şule’yi aradım, çay içmeye davet ettim. Yarım saat sonra Yuvam Kafe’de buluşmak için sözleştik. Ben saatin gelmesini beklemeden gittim. Yuvam Kafe’den başka bir yere gittiğim yoktu zaten. Devamlı surette takıldığım mekandı burası. Hatta öyle ki, benimle buluşmak isteyen arkadaşlar benden önce giderler, ne zaman geliyorsun diye ararlardı. Öyle alışmıştı herkes. Hani şurada buluşalım falan değil, kesin oradadır diye giderler, yoksam da telefon ederlerdi. Mekana gidip, oturdum bir çay söyledim. Başladım Şule’yi beklemeye. Aşırı derecede dikkat dağınıklığı başlamıştı. Devamlı surette sağa sola bakınıyor, yoldan geçen herkesi Zehra zannediyor, sonra hayal kırıklıklarıyla önüme bakıyordum. Dikkat dağınıklığının yanı sıra dalgınlık da caba olarak promosyondu sanki. Ben böyle düşünce tufanlarının ortasında oradan oraya savrulurken Şule geldi. Ayağa kalkıp karşıladım, hoş geldin ve ne içersin faslından sonra, “Hayırdır yahu, alelacele ne konuşacaksın benimle, çok merak ettim” dedi. Masanın üzerinde duran sarı zarfı aldım elime, içinden fotoğrafı çıkarmaya çalışırken ellerimin titremesine engel olamıyordum. Fotoğrafı gördüğü gibi, “E, Zehra bu” dedi. “Evet, büyük bir yağlı boya tablosunu yapmanı istiyorum senden, acele olarak hem de” dedim. Biliyordum sanatçı insana acele denmezdi ama, ciddi anlamda acelesi vardı bunun benim açımdan. Zehra’ya vermeyi mi düşünüyordum, yoksa odamın duvarına asıp geceleri uyurken en son Zehra’yı göreyim, sabahları Zehra’ya günaydın diyerek uyanayım diye mi düşünüyordum o an hiçbir şey kafamda net değildi. Zehra’ya verebileceğim uygun bir ortam hiç olmayabilirdi. Zira karşıma çıkma benim bir daha telkinini almıştık. Karşısına çıkabilmek adına, elimdeki bütün geçerli sebepleri heba etmiştim. Öyle olmuştu, ne bileyim. “Yaparız” dedi Şule lafımı ikiletmeden, “ama” diye devam etti; “neden bu kadar acele ediyorsun?” “Vallah aslına bakarsan neden acele ettiğimi bilmiyorum, ama bir an önce olsun istiyorum. Geç bile kaldım, daha önce niye gelmedi ki bu benim aklıma.” “Dert etme, hallederim ben” dedi. “Çok teşekkür ederim Şule.” “Rica ederim arkadaşım, lafı olmaz.” dedi. İki çay daha söyledik. İçinde bulunduğum durumu anlattım saatlerce. Sonra ben sustum, dikkatim dağılmıştı bir an, ne konuştuğumuzu bile unutmuştum hatta, dalıp dalıp gidiyordum. Bedenim ayrı telden çalıp, ruhum ayrı havadan oynuyordu. “Ne zamana yetişir tablo” diye sordum, “Birkaç gün içinde hazır eder, ben sana haber veririm” dedi. “Hadi kalkalım, benim başka işlerim var, teşekkür ederim, buraya kadar yordum seni” dedim. “Lafı olmaz, ne zaman istersen” dedi Şule. Gideceği yere kadar bırakmayı teklif ettim, kabul etmedi. Yürüyeceğini söyledi. Vedalaşıp ayrıldık. Bu işlem de tamamdı. Ama gerçekten o tabloyu ne yapacaktım, nasıl bir yol izleyip de Zehra’ya verecektim, bilmiyordum.