Evet her şeyleri vardır, ama huzurları yoktur, en önemlisi de kendilerine ait bir hayatları yoktur! Hayatları madde olmuştur. Madde için kendilerini feda etmişlerdir, kurban etmişlerdir! Oysa kurban olunacak onca güzellik dururken! Başlarını kaldırıp güzellikleri görmezler, başlarını kaldırmaya bir başları bile yoktur kendilerine ait olan, devamlı hep bir hesap kitap, hep bir dalavere peşinde olduklarından, mutlu değiller! Mutlu olamazlar! Rahat yüzü görmezler! Öyle de terk-i diyar ederler zaten sadece bir durak olan bu yeryüzünden!
Nerelerden nerelere geldik yahu, ne anlatıyorduk en son?
Yani demem o demektir ki; sen kendini bil kendini gözle, insanların yapmadıkları, yapmak istemedikleri kendilerine kulak vermek, bundan kaçıyorlar insanlar. Çünkü iç sesleri onlara da benim sana söylediğim gibi vicdanı telkin ediyor, yapma diyor kötülükleri. Kendini dinlemiyor insanlar! Kendilerinden geçmişler, hepsi afyonlu gibi dolaşıyorlar ortalıkta görmüyor musun? Kendi içlerine dönseler, huzurun orada olduğunu keşfe dalacaklar! Kendi içlerine dönseler, dışarıya başlarını kaldırmaya vakitleri kalmayacak zaten, zira senin şuanda şahit olduğun gibi insanın içinde dışarıdakinden daha geniş bir alem var! Onu keşfeden birisi için, dışarıdaki dünya tüm önemini yitirir! Uğraşmaz dışarıdaki dünyanın itiş kakışıyla, dalaveresiyle, dedikodusuyla, yalanıyla, dolanıyla, üç kağıdıyla, iftiralarıyla, yüzüne gülenler, arkandan bin türlü lafını edenlerle! Sırf bunları keşfeden insan bile dışarıdaki dünyanın itiş kakışından bir an önce kaçıp kendi içindeki aleme seyahatine çıkmak için sabırsızlanır. Çünkü orada her şey çok güzeldir, o güzellikleri keşfedeni hiçbir şey huzursuz etmez, edemez!
Huzursuzluk da dışarıdan gelmez, bunu da hiçbir zaman unutma. İnsanın başına ne gelmişse, ne gelecekse hep içeriden gelir. Başka insanların seni huzursuz ettiği sanrısı sadece bir sanıdır! Daha ötesi değildir. Öyle zannedersin ve bu zan üzerine hep başkalarını suçlarsın, insan hayatı boyunca en çok kendisine yalan söyler, biliyor musun sen bunu? En çok kendini kandırdın sen de şimdiye kadar! Mutlu olamam senden sonra dedin mesela gidenlere, onların bu egosunu şişirirken, sen kendi kendini kandırmakla meşguldün. Kendinden habersizdin. Yahu insanın mutluluğu yahut mutsuzluğu başka birilerine bağlı değildir! Her şey içtedir. İçte huzur varsa, dışarıda ne olursa olsun ki zaten içte huzur peyda olmuşsa çok büyük bir genelleme ile söyleyebilirim dışta da her şey yolundadır. Çok küçük bir yanılma payı bırakabilinir, ama hepsi o kadar. Hiç şaşmaz, içte olmayan dışta olmaz. İnsan içerisinden sorumludur, dışarısından değil. Dışarısına gösterdiği özeni, içerisine göstermiş olsaydı insanoğlu, bugün dünyada kimse cennet yalanlarıyla kandıramayacaktı insanları. Çünkü cennet olacaktı buralar hep, gördüğün her yer cennet olacaktı. Buralar cennet olsaydı, cennet içindeki insanlara cennet satılabilir miydi? Peki bu imkansız mıydı? Yani bu içinde yaşadığımız dünyayı cennet yapamaz mıydık? Bir rivayete göre Adem’in yaratıldığı cennet buradaymış zaten. Cennet hayali kuran insanların, cehenneme çevirdiği bir dünyada yaşıyoruz, yaşamak zorunda bırakılıyoruz.
Dön bak kendine, cenneti de bulacaksın kendinde. Bak canım benim, kendinde bulamadığın hiçbir şeyi başka bir yerde hiçbir zaman bulamayacaksın. En başından beri söylüyorum. Dilimde tüy de bitse, söylemeye devam edeceğim.
Evet, kabul sınırlarımı her ne kadar zorlasa da inanmaya başlamıştım, ikna oluyordum yavaş yavaş. Lakin bunlar herkese söylenebilecek, anlatılabilecek şeyler değil gibi geliyordu niyeyse.
Birilerine anlat diye anlatmıyorum sana bunları, kendin anla, kendi hayatında uygulamaya geç. Bırak artık ötelerle uğraşmayı, gömül kendi içine, kendi bedenini kendine mezar eyle de o mezardan dirilerek çık tekrar. Ancak böyle ereceksin kurtuluşa ve ancak böyle açılacak gözün, kulağın, gönlün. Bütün idrak kapıları açılacak sana. Bu kapı da açılacak, buradan çıkmak için sabırsızlandığını biliyorum, sabırlı ol. Hiçbir kapı sonsuza kadar kapalı kalmaz, sen yeter ki doğru kapıda, doğru zamanı bul ve sabırla kapıya vurmaya devam et. Mutlaka açılır bütün kapılar. Açılmayacak kapıları bilmiyorum, tanık olmadım.
Yahu kafama takıldı, sormadan edemeyeceğim diyecekken, yüzündeki tebessümlü ifadeye gözüm takıldı, her ne olursa olsun hep tebessümle karşılık veriyordu bana, tabi buyur diye yanıtladı, ben senin sorularına her zaman cevap vermeye hazırım, yeter ki sen bana kulak kesil, yeter ki söylediklerim bir işe yarasın. Buyur nedir kafana takılan, dur sen söyleme ben tahmin edeyim. İşte bunu soracaktım, sen benim söyleyeceklerimi tahmin edebiliyorsun da ben senin bunca söylediklerini niye bilmiyorum. Yani sen bensen, bende bu bilgiler niye yok! Niye senin söylediğin çoğu şeyi ben ilk defa duyuyorum?
Güzel soru aferin, işte başladı uyanıklığın, şöyle cevaplayayım sorunu, sendeki bütün bilgilere ben hakimim, çünkü ben senden ayrı bir varlık değilim. Senin için varım, ama ben aynı zamanda çekirdeğim, mutlak gerçekliğim ve mutlak gerçeği söyleyenim. Onun içindir ki, bende olan sende yok! Aslında var sende de ama, tam bendeki gibi değil.
Kafam karışmıştı, ne demek istediğini anlamamıştım ve biraz sonra başa sarabilirdim, isyana ramak kalmak üzereydi. Zira haddinden fazla canım sıkılmıştı burada geçirdiğim zaman süresince.
Farkındayım canının sıkıldığının ve verdiğim cevaptan memnuniyetsiz olduğunun, bak canım benim, bilgi senin içinde her zaman var, arayın bulun dediklerinden bir tanesi de bu işte! Akıl ve idrak herkeste var. Ama sen öğrendiğin kadarlarını çıkartabilirsin, bilebilirsin! Oysa ben öyle değilim, ben özüm, bilginin ana kaynağına en yakın yerde duranım ben. Onun için bilgiler bana aşina. Ben bilgiden ayrı bir bilgi değilim. Ama sen beşersin, şaşarsın! Anlıyor musun? Aradaki fark bu! Farksa aradığın illaki, işte böyle tanımlayabilirim sana. Senin anlayabileceğin dilde anlatıyorum.
Bu sefer daha iyi anlamıştım. Evet, haklı olabilirsin dedim. Haklı olabilirsin diye bir şey yok! Ben haklıyım! Seninle ilk karşılaştığımızdan bu yana, söylediklerimin hiçbirisine itiraz edemeyişinin sebebi de budur! Çünkü sende mevcut olan bilgi deryasına bir taş atıp bulandırdım ve sende zaten var olan haklılıkları suyun yüzeyine çıkardım. Sana sende olandan fazlasını vermedim. Herkes kabının nasibince sebeplenir bu deryadan. Kimi bir bardak, kimi bu ummanı alır, ummanı eyler, ummanla bir umman olur. Ayrı göremezsin onları birbirlerinden. Öyle!
Bütün bildiğim doğruları inkara başlamıştım beynimin içinde, yürek diye tabir ettiğim o yerde kime yer verilmişse hepsi birer birer gözden geçirilmeye ve yeniden değerlendirilmeye başlanmıştı. Bir şekilde istemsiz de olsa hareketlenmeler olduğunu hissediyordum içimde.
İşte bunun adına iç aleme seyir derler evlat, dedi gülümseyerek.
İlk defa gülümseyerek karşılık verdim iç sesime. İç sesim benim nefesimmiş meğer, geç oldu ama anladım!
Bütün yıldızlarımın kaydığını hissediyordum, görüyordum, duyuyordum, hissediyordum. Yıldızlarım kaydıkça arşımda, yerimde duramıyordum. Arşa çıktım baktım yer küreye, yer küreye indim seyrettim arşı. Her şey yerli yerinde çok güzel görünüyordu. Başka bir nazarla bakmak lazımdı demek. Her şey olduğu gibi, olduğu şekliyle tam da olması gerektiği gibi. Herkes olması gerektiği yerde, ne bir eksik ne bir fazla. Düzen muntazam.
Aynen öyle, dünya bu fazla abartmaya gelmez. Hemen kendisini bir şey zannetmeye başlar ve seni bir şekilde nakavt etmek için uğraşmaya başlar. Dünyaya işlerin yolunda gittiği izlenimi verme! Mutlaka seni altüst etmek için bir planı vardır onun. Sen yaşa kendi dünyanı kendi içinde. İçeride işleri yoluna koyduğun vakit, dünyayı bırak, galaksi gelip kapanacak dizlerine. İnan ve güven bana!
Başka bir çarem yoktu, şöyle de düşünmeye başlamıştım! Ne kaybedecektim ki? Bu söylenenleri yapmakla hiçbir şey kaybedeceğim yoktu! Zaten çok da dört dörtlük sayılmazdı hayatım! Ve şimdi bana dört dörtlük olacağına dair umutlardan bahsediliyor. Denemeye değerdi her şeye rağmen. Kaybetsem ne kaybedecektim. Şuandan farklı daha ne kadar batabilirdim ki? Çok mu dört dörtlüktüm sanki anasını sattığımın dünyasında.
Görünürde kimse dört dörtlük değildir, ama herkes mükemmeldir. Bunu da çıkarma hatırından. Sende olan herkeste var. Onlarda olandan farklı bir şey yok sende de. Kendini de iyice arş-ı alada sanma yani. Sen arş-ı aladaysan karşındakileri de öyle bil, öyle yaşa. Bırak onlar seni nasıl görmek istiyorlarsa öyle görsünler. Onlar bakışlarını değiştiremiyorlarsa bu onların suçu senin değil. Ama sen bakışını değiştiremezsen ve arşta olduğuna inanmazsan, karşındakilerin inanmasını bekleme. Ne olmak ve nerede olmak istiyorsan önce kendin inan, sonra bekle karşındakilerden inanmalarını. Aynen de düşündüğün gibi, kaybedecek neyin var ki? Senin olan neyin var ki ?
Kaç zaman geçmişti bu dört tarafı kapalı odanın içinde bilmiyorum. İçimden haykırmak ve kaçmak gelse de elimden bir şey gelmiyordu. Kaybolmuştum. Bağırıyordum kendi sesimi ben bile duyamıyordum. Haykırıyordum, sesim kısılmıştı sanırım bağırmaktan. Anlamıyordum. Nasıl oluyordu da bunları yaşayabiliyordum. Nasıl oluyordu da kimsenin yaşamadığı bu haller bana oluyordu, bende vücut buluyordu. Gerçekten idrak sınırlarım zorlanıyordu. Kayıptım. Sahipsizdim. Kimsesizdim.
Bak evlat diye başladığı sözüyle kesti attı düşüncelerimi, şimdi sen burada bu odanın içinde kaybolduğun hissiyatına kapılabilirsin, bu gayet normal bu kapıların açılmama ihtimali yok, bunu bil!
Herkes bu şekilde kendi içine olan seyrini başarabilse, etrafta mutsuz insan kalmaz bunu da unutma.
Birden bire oturduğu yerden fırladı, bana doğru yönelerek elini uzattı, haydi ver elini, şimdi buradan çıkmanın vaktidir. Beklediğin o an bu andır evlat. Elimi tutup beni oturduğum yerden kaldırdı. Ayağa kalktığımda, yüzüme bakıyordu, şaşkındım. O an kapıya doğru yöneldi ve eliyle kapıya doğru bir hamle yaptı, duvar olan kapı birden açılmıştı. Gözlerim yerinden fırlayacak gibi olmuştu bir an. Tekrar “haydi” dedi. Önce kendisi çıktı kapıdan, arkasına düştüm, yüzümdeki memnuniyet ifadesi gülümsemeyle. Dışarıya çıkana kadar hiç konuşmadık ve dışarı çıkarken, menteşelerinden kurtulmakta direten kapının düzeldiğini gördüm, kapıdan geçip evin dışına çıktık.
Dışarı çıktığımda gözlerime inanamadım, ben bu eve girerken ortalığı kasıp kavuran o rüzgar, o soğuk gitmiş, her yer güllük gülistanlık olmuş, kuşlar ötüşüyor, kelebekler uçuyordu. Tarifi mümkün olmayan bir manzara ile karşı karşıya kalmıştım. Neler oluyor der gibi, baktım yüzüne iç sesimin, aman Allah’ım, neler oluyor diye bir nida daha duyuldu benden istemsiz bir şekilde. İç sesim yüzüme tebessümle bakarken, sureti suretime bürünmüştü. Korkma dedi, en başından beri sana ben senim, sen bensin deyip duruyordum. Hikaye mi anlattık sana evlat! Söylediklerimizin hepsi hakikatti. İşte sen anlatılanları idrake başladığın noktada bütün yıkıntılar tamir oldu! Ben de olmam gerektiği surete büründüm! Tamir edeceğiz demiştik, tamir ettik çok şükür! Şimdi arkanı dönebilirsin dedi. Başımı arkaya çevirdiğim anda, o ilk gördüğümde yıkılmaya yüz tutmuş ev gitmiş yerine yeni bir ev gelmişti sanki. Bütün yıkıntıları düzenlenmiş, tamir olunmuştu. Her şey mükemmel gözüküyordu, korku filminden bir kare olarak karşılaştığım ne varsa gitmiş, yerine yeni bir saray inşa edilmişti sanki. Her şey çok iyi ve ben kendimi çok iyi hissediyorum şuan derken başımı iç sesime tekrar çevirdiğimde yanımda yoktu. Neredesin diye seslendiğimde. Bundan sonra hayatımıza kaldığımız yerden, olmamız gereken yerden devam edeceğiz sesi duyuldu içimden.
Teşekkür ederim her şey için dedim.
Kendine teşekkür et, ben bir şey yapmadım, dedi.
Ve annemin, hadi oğlum geç oldu kalk artık sesiyle uyandım. Gözlerimi açtığımda annem karşımda tebessümle bana bakıyordu. Tebessümle karşılık verdim. Günaydın dedim, günaydın derken odadan çıktı hadi kahvaltı hazır diye söyleniyordu.
Rüya mıydı bütün o yaşadıklarım yahu diye söylendim kendi kendime.
Ve içimden bir ses duyuldu;
Hepimiz bir rüya içindeyiz,
Yaşadığımız ne varsa rüyadan ibaret...