Sonra 2. Selim zamanında da Edirne’ye ustalık eserim dediği Selimiye Camisini inşa ediyor. Sırlarına hala erilememiş muazzam bir yapı olarak bütün heybetiyle Edirne’ye daha siz girerken sizi karşılıyor. Öyle bir yere konumlandırıyor ki Camiyi, Edirne’nin neresinden bakarsanız bakın mutlaka görüyorsunuz. Edirne’ye fakülte istikametinden girişinizde aslında dört olan minarelerin sadece iki tanesini görebiliyorsunuz. O minarelerin her birinin üçer şerefesi var mesela, fakat üç kişi aynı anda çıkmasına rağmen bir birlerine denk gelmeden ayrı yollardan şerefelere çıkabiliyor. Diğer yandan harç olarak kullandığı malzemenin içerisine de yumurta akı koyduğu biliniyor. Bir gün bir heyet Selimiye Camisinin zemininin yumuşak olmasından dolayı yıkılabilir kanaatine varıyorlar. Minareleri sağlamlamak için kelepçeler takılmasına karar veriliyor. İşlemler başlıyor, fakat gördükleri şey karşısında şaşkına dönüyorlar, Koca Sinan ta o zamanlardan düşünmüş bizim bugün akıl ettiğimiz şeyi, o kelepçeleri koymuş oraya iyi mi? Caminin çeşitli noktalarına da deve kuşu yumurtası koydurtuyor. O da ne alaka diyor insan ilk duyduğunda, deve kuşu yumurtası olan yere örümcekler ağ örmezmiş, sırf bu sebepten o deve kuşu yumurtalarını koydurtuyor.
Günün birinde Selimiye Camisini ziyaret eden bir Japon Mühendis turist, ayakları kıbleye bakacak şekilde yere uzanmış, adeta hipnoz olmuş bir şekilde Caminin kubbesine gözlerini kırpmadan bakıyor. Bunu gören görevliler yahut işte bazı vatandaşlar, burasının bir ibadethane olduğunu, ya ayakta durması gerektiğini ya da oturması gerektiğini söyleyerek uyarıyorlar. Japon arkadaş kubbeden gözlerini ayıramayarak, "bu kubbenin hiçbir destek olmadan bu şekilde durması imkansız, bu bir mucize diye" sayıklıyor sadece.
Selimiye Camisinin yapılacağı alanda Lale Bahçesi olduğu söylenir. Bu lale bahçesinin sahibi ters bir insandır ve alanı vermek istemez. Bunun üzerine benim de anılmamı sağlayacak bir şey yapmanız koşuluyla alanı veririm der ve ikna olur. Mimar Koca Sinan da müezzin mahfilinin mermer direklerinden birine o arsanın sahibine işaret olarak lale motifi işlenmesini emreder. Bir rivayete göre, başlangıçta lale motifi düz bir şekilde yapılmıştır, ancak süreç içerisinde ters dönmüştür. Bunu görenler de o alanın sahibinin tersliğine yormuşlardır bu durumu.
Selimiye Camisinin benim üzerimdeki etkisini anlatabilmem için yeterli Türkçeye vâkıf değilim. Her bir konuda ahkam kesen ben, söz konusu Selimiye Camisi olunca kifayetsiz kalıyorum. Ben ki, Kâbe’ye gitmiş, yerinde görmüş ve etrafında tavaf etmiş biri olarak söylüyorum, teşbihte hata olmaz Kâbe’deki maneviyattan yüksek bir maneviyat ve huzur ile doluyorum Selimiye Camisini her ziyaret ettiğimde. Selam olsun Koca Sinan’a…
Ha burada şunu da belirtmeden geçmeyeyim. Beni ziyadesiyle meşgul eden bir diğer konu da Muradiye Camisidir. 2. Murat tarafından yaptırılmıştır ve mimarının kim olduğu konusunda herhangi bir bilgi bulunmuyor ne yazık ki. Gidip görmediyseniz, mutlaka ziyaret etmelisiniz. Beni asıl meraklandıran ve buraya çeken şey ise, Muradiye Camisinin bahçesinde bulunan Mevlevihane. Şuanda Mevlevihane yerinde yok. Kimin tarafından yıktırıldığı, neden yıktırıldığı konusunda çeşitli rivayetler var. Bu konuyla ilgili olarak detaylıca bir araştırma yapıp bu yazıda komple anlattıklarımı da kapsayacak bir roman yazmayı planlıyorum önümüzdeki süreçte. Bunu yaklaşık 4-5 senedir düşünüyorum da. Üşengeçliğimden midir bilmem bir türlü üzerine yoğunlaşamadım. Kitap olarak olmasa da burada yani muharrirseyyah.com ‘da bölümler halinde tefrika ederim. Ama dediğim gibi teferruatlı bir çalışma yapmam lazım.
Gelelim 2. Murat dönemine. Edirne Başkent. Mehmet daha çocuk. Padişah’ın kulağına bir söylenti geliyor ve bu söylenti her geçen gün yayılarak büyüyor. Ve padişah huzursuz oluyor. Söylenti de şudur; Ankara’da Hacı Bayram Veli adında bir zat varmış, her geçen gün tebaasını büyütmekteymiş, padişaha başkaldıracakmış. Bu söylenti üzerine padişah emir telakki ediyor ve iki tane askeri Ankara’ya gidip bu zatı almaları üzerine yolluyor. İki asker at tepesinde Ankara’ya kadar gidiyorlar. Bu sırada olanlardan maneviyatta kendisine ilham olan Hacı Bayram Veli hazretleri yanına en sevdiği öğrencisi olan Akşemseddin’i de alarak, “misafirlerimiz var” deyip, Sincan’a doğru yola çıkıyorlar.
. Hacı Bayram Veli’nin asıl endişesi padişahın askerlerinin olay çıkarması ve kendisine bağlı öğrencilerinin askerlere müdahalede bulunabilecekleri düşüncesi. Tam Sincan girişinde padişahın iki askeri Hacı Bayram Veli ve Akşemseddin’e denk geliyorlar. Askerler Bayram Veli’ye dönerek; “İhtiyar burada Hacı Bayram diye biri varmış, biz onu ararız, nerededir, bilir misin?” derler. Hacı Bayram Veli tebessüm ederek, “aradığınız kişi benim evladım, geleceğinizden haberdardık, biz de sizi karşılamaya yola çıktık, buyurun gidelim” der. Askerler şaşkın bir şekilde; “ihtiyar şakanın sırası değil, durum ciddidir, bu adamı padişahımız huzuruna beklemektedir.” deyince. “Evladım, aradığınız kişi benim, buyurun gidelim, cihan padişahımızı bekletmeyelim,” der demez. Askerler nasıl bir yanlışın içerisinde olduklarının farkına varırlar. Atlarından inip, “lütfen siz buyurun, biz bilemedik sizin hâlinizi, af buyurunuz” diyerek özür dilemeye başlarlar. Bu şekilde Gelibolu üzerinden Edirne’ye doğru geçerlerken, Gelibolu’da Ahmed-i Bican ve Mehmed-i Bican kardeşleri ziyaret eder Hacı Bayram Veli. Askerler durumun hiç de anlatıldığı gibi olmadığını anlamışlardır. Hiç seslerini çıkarmazlar. O sırada iki kardeş, şuanda da Gelibolu’da ziyarete açık olan Çilehane’de çile çekmektedirler.