Kafamda bu düşüncelerle ellerim ceplerimde yürürken sağa sola göz ucuyla bakınmaktaydım. Havada bahar havası vardı ve ben aslında bir kişiyi düşünüyordum. Aklımı asıl karıştıran bir kişi vardı. Bir insanın hayatı başka bir insanın yarı çapından ibaret olabilir miydi? Oluyordu işte. Nereye bakarsam bakayım hep aynı yüzle karşılaşıyordum ve aklımda yeni yazacağım kitabın giriş cümleleri dolanıyordu, kafamın içinde kelimeler dolanıp duruyordu. Aklımın odalarında yazıyordum giriş kısmını sonra beğenmeyip siliyordum, yazıyordum, siliyordum. Bu böyle aylardır devam ediyordu ve ben gerçekten yazmak için yazı makinemin başına bir türlü oturmaya cesaret edemiyordum. Cesaretimi yitirmiştim. 2017’de yitirdiğim cesaretimle beraber, insanlara olan sevgimi ve güvenimi de kaybetmiştim. Anlayamadan elimden kayıp gitmişti beni ben yapan bütün değerler. Adanmışlığın yerini aldatılmışlık almıştı, güvenin yerini güvensizlik. Her şeyin iyisini barındırıyorken birden ters yüz olmuştu ve ben ortada dımdızlak kalakalmıştım. Sigarayı üç pakete kadar çıkardığım zamanlardı bunlar. Kafamın üstünde devamlı surette hep bir duman haresi vardı. Konuşma balonu gibi bir duman kümesiyle geziyordum devamlı. Doluya koyuyordum almıyordu, boşa koyuyordum dolmuyordu. Yazmam lazımdı, yazamıyordum. Şimdiye kadar yazdıklarım neticesinde hayatımın şekillendiğini düşünüyordum devamlı, sanki ben bir şeyler yazınca onlar benim başıma geliyor gibi hissediyordum. Kendi kaderimi kendim yazıyor gibiydim. Lakin uzun zamandır yazıdan uzak kalmıştım ve bu durum beni ziyadesiyle rahatsız ediyordu. Yazmayınca kaderim askıda kalmış ve ben akıntıya kapılmışım da öyle oradan oraya sürükleniyorum gibi hissediyordum. Yazmam lazımdı. Yazıp hayatımı istediğim şekle getirmem gerektiğine inanıyordum. Belki de ben böyle inanmak istiyordum. Aslında hiçbir şeyin değişeceği yoktu.
***
Çıkmaz bir sokağa girilmişti ufaktan. Suretler bir birinin aynısıdır. Bu şehrin bütün sokakları bir birine benzer. Kimse kimseye dost değildir, ama dostluk eder herkes herkesle. Çünkü ufak bir kasabadır burası, nüfusunun her geçen gün artması buranın şehirleşmiş bir yer olduğu anlamına gelmez, nasıl anlatsam, çok gelişmiş bir köy gibi desem tam olarak karşılığını bulmuş olurum sanırım. Herkes herkesle dost, herkes herkese düşman bir şehir olur mu? Oluyormuş işte. Yaşarken insan her şeye şahit oluyor. Bu da böyle bir şahitlik olarak duruyor uslarımızda bir yerlerde. Aslında bu şehir öyle bir yer ki, ne yazmaya ne anlatmaya değer tek bir yanı yok. Sabahtan başlar bu şehrin insanları içmeye, beyinleri uyuşmuştur bu sebepten dolayı, kolay yoldan para kazanma hayaliyle yaşarlar devamlı. Aynı zamanda büyük muhaliftirler. Her boku kendilerinin bildiğini zannederler. Ülkenin en batısında olmanın Avrupalı olmaya yettiği zannıyla kaç kuşak büyümüştür. İşin en enteresan tarafı bu şehirde yetişip de başka bir şehre taşınan yani bu şehirle bağını koparmış kim varsa hayatının en mucizevi olayını yaşamış gibi bir aydınlanma içerisinde buluyor kendisini. İstisnasız kim gittiyse hayatı kurtuldu gerçek manada. Artık nasıl bir etkisi varsa bu şehrin insanlar üzerinde, tam manasıyla bir çukur olarak adlandırmak yerinde olacaktır. Ben bu şehirde memur olarak bulunmaktayım. Kaderin bir cilvesi olarak burada dünyaya gelmişim, yine kaderin bir cilvesi olsa gerektir ki, doğduğum şehirde memur olma şerefine nail oldum. Boş zamanlarımda bir devlet dairesinde çalışıyorum diyorum soranlara, çünkü asıl işim yazmak. Mesai saatlerinden sonra koşar adımlarla eve gelip, ayak üstü bir şeyler atıştırıp, çayımı demlemenin akabinde derhal yazı makinemin başına çöreklenir göz kapaklarım artık isyan edene kadar yazarım. İstisnasız hemen her gün yazarım. Bazen yemeyi unuturum, ama yazmadan duramam. Çay, sigara eşliğinde gece yarılarına kadar yazarım. Sokaktaki kedileri yazarım, sokak çocuklarını yazarım, pavyondaki dansözleri yazarım, hep dışlanmış, ötekileştirilmiş kim varsa onların hikayelerini anlatırım. Gazetelerin üçüncü sayfalarındaki haberleri alırım, kendi lisanımca hikayelerini yazmaya çalışırım. İşim gücüm budur benim! Ben bu dünyaya hikaye anlatmak için gelmişim. Bir sarhoşu, bir orospuyu, bir pezevengin hikayesini anlatırım. Bir mafya bozuntusunun bir bok böceği kadar bile olsun faydasının olmadığını düşünürüm bunun da hikayesini anlatırım. Herkesin ve her şeyin bir hikayesi vardır, buna inanırım. Mesela dolmuşta ön koltukta oturan yaşlı teyze yanındaki torununa bir şeylerden şikayet eder, orada kullandığı bir cümleyi alırım ben, o teyzenin hikayesinde kullanırım. Teyzenin haberi bile olmaz bu durumdan. Herkes ve her şey ilhamdır bana.