.
Çünkü böyle. Çünkü böyle gelmiş böyle gider nameleriyle büyütülmüş insanlarız her birimiz. Başkalarına söylediğimiz yalanlara önce ve mutlak surette kendimiz inanıyoruz. Yalan hayatlar kurmuş birileri bize ve biz o yalan hayatlara yeni yalanlar ekleyip, kendimizi de ikna edip, o hayatları yaşamayı sanki kendi tercihimizmiş gibi yaşamaya özen gösteriyoruz. Bütün kıyafetlerimiz ütülüdür misal, bütün efkarlarımız geçmişten öğrenilmiştir. Çünkü birileri çok güzel efkarlar biriktirmiştir zamanında ve şiirler, şarkılar söylemiştir bunlarla ilgili. Tablolar, heykeller yapmıştır. Filmler, diziler yapılmıştır elbet. Ve biz de onlardan kopya çekerek yaşamışızdır aşk acımızı da, efkarımızı da, sevincimizi de, mutluluğumuzu da ve daha ne varsa geriye kalan hep kopyadır. Onlar öyle üzülmüştür ya, biz de öyle üzülmeliyizdir. Her şeyimiz bir başkasının hayatının kopyası olduğu içindir ki, şimdiki aşklarımız da o başkalarının aşklarına benzemekte. Herkes herkesle yatıyor televizyonda ya, biz de kendimizde bu hakkı buluyoruz. Kadınlar ve erkekler olarak. Sosyal bir medyamız var ve hepimiz artık önemli şahsiyetleriz. Şahsiyetsiz şahsiyetler cirit atmakta etrafta. Herkesler fenomen. Yolda yürümeyi bilmeyen adamlar youtube’da ülke kurtarıyor. Herkes siyaset bilimcisi, herkes futbol erbabı, herkes çok iyi birer aşçı. Herkes iktidar sahibi, herkes muhalefet. Hatta muhalefete de muhalefet. Muhalefete bu kadar muhalefet başka bir ülkede zor bulursunuz. Sonra da çıkıyoruz ve başımızdaki adamı eleştiriyoruz. Yahu senin yansıman o işte. Sen öyle olduğun için o adam öyle. Sen yalan söylüyorsun, sen hırsızlık yapıyorsun, sen yolsuzluk yapıyorsun. Bir yolunu bulsan devleti üstüne yaparsın. Ama yapanı beğenmiyorsun. Bence beğenmelisin çünkü o sensin. Sen de osun. Osuruktan nameler bunlar sayın ve saygın kardeşlerim. Herkes önündeki işi layıkıyla yapmıyor, ama bir başkasının işini o işin erbabından daha iyi yapacağını sanıyor. Kimse içinde bulunduğu hayattan memnun değil. Herkes bir başkasının hayatına gıptayla bakıyor ve izliyor. Bakıyor ve izliyor ama görmüyor. Görme yetimizi kaybettik en nihayetinde. Çünkü içinde bulunduğumuz çağ sürat çağı. Oysa şunu gözden kaçırıyoruz bu süratin ortasında. Ne kadar hızlı gidersen görme yetisi o kadar yok olur. Tam olarak yaşarken bunu deneyimliyoruz. Azalıyoruz her geçen gün farkında değiliz. İnsanlar canlarına kıyıyor. İnsanlar faturalarını ödeyemiyor. İnsanlar hastane köşelerinde bile ölemiyor, çünkü hastanelerden randevu alamıyorlar. Evde randevu günü beklerken ölüyorlar. Hastanelerde yeterli doktor yok, hastanelerde yeterli teçhizat yok, hastanelerde olan doktorlar yeterli yeterliliğe sahip değil. Bunlar tabiî ki Kongo Cumhuriyet’inde böyle. Bizde çok şükür böyle şeyler yok. Her şey günlük gülistanlık. Dünya bizi kıskanıyor. Biz dünyadan başka bir dünyada mı yaşıyoruz ülke olarak bilmiyoruz! Ben bütün bunları niye anlatıyorum, böyle şeylere niye kafa yoruyorum gerçekten bilmiyorum. Benim bildiğim tekbir şey var; o da dışarıda bütün bunlar olurken benim kafamın içinde Eylül’ü deli gibi yaşıyor ve yaşatıyor olmam. Çıkmıyor aklımdan bir an. Aklım çıkıyor, aklımdan çıkmıyor Eylül. Aklımdan çıkacak diye aklım çıkıyor. Ama ben akım diyeceğim yerde bokum diyen bir adam olduğum için, Eylül hayatımdan çıkıp gidiyor her defasında. Ve dönüp dolaşıp hep Eylül’ü anlatıyorum herkeslere. Çıldırmakla, nirvanaya ulaşmak noktasının tam ortasındayım. Bir adım atsam diye düşünüyorum, lakin o adımı ne tarafa atacağım hususunda en ufak bir bilgiye vakıf değilim sayın seyirciler. Sizler böyle benim hayatımın seyircisi olmuşsunuz da ben tek kişilik bir oyunun hem baş kahramanı hem de figüranıyım gibi hissediyorum kendimi. Çok azalıyorum, çünkü azalmaktan haz alıyorum sayın ve saygın seyircilerim. Ben böyle anlatırken, sizler çayınızı ve kahvenizi önünüzden eksik etmeyin lütfen!