Sabah Bursa’ya gitme fikriyle açmıştım gözümü. Bursa’ya gidip biraz buralardan uzaklaşmam gerektiğini düşünmüştüm. Hangi ara düşünmüştüm bunu bilmiyorum, rüyamda mı görmüştüm acaba? Hiç hatırlamıyorum. Ama son zamanlarda almış olduğum en doğru kararlardan bir tanesi olduğuna kanaat getirmiştim ve anneme seslenip “annecim çantamı hazırlamama yardım et, ben Bursa’ya Samet abimlere gidiyorum” demiştim. Annemin “o da nereden çıktı” çıkışlarına pek de aldırmadan, “birkaç gün buralardan uzaklaşmam lazım. Samet abimle oturup dertleşmem lazım. Çıkamıyorum işin içinden” dedim de, annem “hangi işlerin içinden çıkamıyorsun oğlum ne derdin var, bana anlatmıyorsun da gidip Samet abine anlatacaksın, anlat da dinleyeyim, neyse canını sıkan beraber bir hal çaresine bakalım” dese de, dinlemiyordum pek. “Dönüşte, uzun uzadıya konuşuruz anne” dedim. Çantamı aldığım gibi çıktım evden, yolda Samet abiyi aradım, müsait olduklarını, beni beklediklerini, beni otogarda karşılayacağını söyledi. Kapattık telefonları karşılıklı. Sonra otobüs firmasını aradım. Bursa’ya ilk araca bir kişilik yer ayırtmak istediğimi söyledim. Bu işlem de tamamdı. Otobüsün hareket etmesine bir buçuk saat vardı daha.
Bir yere oturup çay içeyim dedim, çantamdan çıkardığım kitabı okumaya başladım. Bir yandan çay içiyor diğer yandan kitabımı okuyordum ki, bir an başımı kaldırdım kitaptan. Karşıdan Zehra’nın geldiğini gördüm. O an ne yapacağımı şaşırdım. Kalp atışlarım hızlanmıştı. Sarı saçları rüzgarda savruluyordu da, yeşil gözlerinin bahar havası bir meltem gibi yüzümü okşuyordu. Zaman durmuştu işte yine. At gözlükleri takılmıştı gözlerime. Zehra’dan başka bir şey göremez olmuştum. Sislerin ortasından salına salına geliyordu. Çantamda duran şiir defterimi çıkardım. Hemen alelacele Necip Fazıl’ın “Beklenen” şiirinin ilk dizelerini yazdım ve ayağa kalktım. Kağıt elimdeydi. Zehra’ya doğru yürümeye başlamıştım. Beni karşısında gördüğünde başını hafif yana eğip “Allah aşkına çok acelem var, ne söyleyeceksen çabuk söyle” demişti. “Söylenecek bir şey yok, şu kağıdı verecektim sadece” dedim. “Neymiş o kağıt” dedi. “Sen al hele, ama hemen bakma uygun bir zamanda açarsın, ben birkaç gün yokum buralarda. Rahat edersin birkaç gün de olsa, yolda bile karşılaşma ihtimalimiz yok. Bu senin için büyük bahtiyarlık olsa gerek” dedim. “Of, uğraşamayacağım seninle” dedi. Aldı kağıdı gitti.
“Ne hasta bekler sabahı
Ne taze ölüyü mezar
Ne de şeytan bir günahı
Seni beklediğim kadar”
***
Devam Edecek...