Son dönemde şiddetini artıran küresel ısınma, çevre kirliliği, bilinçsiz tarım, yangınlar ve genetik müdahaleler yüzünden ülkemizde yetişen 13 bin çeşide yakın bitkinin büyük bir kısmı ne yazık ki yok olma tehlikesi taşıyor.
Doğal afetler sebebiyle kaybettiğimiz bitkiler yetmezmiş gibi bir de bilinçli hamlelerle genetiği oynanmış sebze ve meyveler ile mücadele etmek zorunda kalıyoruz.
Ata tohumdan üretilen ve genetiği değiştirilmemiş buğday, domates, kayısı, üzüm ve eskiden topraklarımızda bolca bulunan nice sebze ve meyvenin orijinal halini bulmak, artık neredeyse imkansız. Yalnızca tat ve görünüş bakımından değil, içerisinde barındırdığı vitaminler bakımından da eski tohumların yerini hiçbir şey tutmuyor.
Besinlerin önemini en özet şekilde anlatacak olursam ;vücudumuzu sürekli kendini yenileyen bir makine gibi örneklendirebilirim. Sindirim sistemimiz yediğimiz besinleri yapıtaşlarına ayırır, bunlar vücudumuz tarafından emilip hücrelere dönüşür. Bu da bize enerji sağlar. Yani iyi besinler alırsak vücudumuz enerji depolar, kötü besinler alırsak halsiz düşer sürekli bitkin hissederiz.
Bu yüzden yaşamımızın kalitesi adına yediğimiz yiyeceklerin orijinal olması önemli ve üzerinde durulması gereken bir konu.
Neredeyse tüm hayatımızı etkileyen besinlerin içeriğiyle bu kadar oynanması konusu ise yalnızca benim değil hepimizin canını sıkmalı. Çünkü artık yediğimiz buğday, buğday değil; mısır, mısır değil. Biz de vitaminli besinler tüketen insanlar değil; faydasız, sünger gibi besinler tüketen ve buna göz yuman birer makineden başka bir şey değiliz.