Son dönemlerde artan gıda, fatura, giyecek, yakıt, konut fiyatları; paramızın büyük değer kaybetmesi, dolar ve altında görülen hızlı artış herkesin dilinde.
Mahalle aralarında, kahvehanelerde, akşam oturmalarında herkes artık ekonomisinin bir şey almaya yetmediğinden ve normal bir hayat sürdürebilmek için daha fazla çalışmak zorunda olduğundan yakınıyor. Herkes konuşuyor ama nerdeyse haftalık zamların kaynağını, haklarını ve bu durumun önüne nasıl geçileceğini kimse bilmiyor, sorgusuz sualsiz kaderine razı geliyor.
Son 6 ayda faturalarını ödeyebilmek için farklı harcamalardan kısan insanların oranı neredeyse yarı yarıya artmış durumda. İnsanlar atık sadece nefes almak ve kıt kanaat geçinebilmek için yaşıyor.
Peki bu kadar insan zor durumdayken ve günden güne daha da fakirleşiyorken neden biri çıkıp sebebini sormuyor? Bu soruyu yalnızca ben sormuyorum; The Economist dergisinde, Minnesota Üniversitesi’nde ve National Catholic Reporter mahalesinde de aynı soru soruluyor.
Cevabı basit aslında, bireyselleşme ve korku. Herkes “Ben bugünü atlatabiliyorsam diğerlerinin ne durumda olduğu umurumda değil.” diye düşünüyor ve ömrünü yaşam değil de adeta bir yaşam savaşı olarak yaşıyor. Hayal kurmuyor, çok çalışıyor ve bu sebepten dolayı yalnızca uyumaya vakit ayırabiliyorlar. Haklarını arayabilmek için yeterli zemini ve cesareti de bulamıyorlar.
Peki hayat gerçekten tüm gün çalışıp, kazandığın parayla da doğru düzgün içinde bile vakit geçiremediğin evin faturalarını ödemeye çalışmaktan mı yoksa ömrün boyunca çalışıp zar zor aldığın arabanın benzinine para yetiştiremediğin için uzaktan arabanı izlemekten mi ibaret?
Ne yazık ki dönemimizde hayat, yalnızca izlemekten ve asla yaşayamamaktan ibaret.
Dilerim ki herkes yaşadığı ve yaşamak istediği hayatı gözden geçirip içinde bulunduğumuz durumun farkına varır. Yalnızca nefes almak için yaşadığımız güzel yarınlara…