Televizyonda, internette ya da reklam panolarında sürekli yeni ürünlerin reklamlarını görüyoruz. Çok iyi hazırlanmış reklamlar adeta bizi içine çekiyor ve büyülenmiş gibi izlememize sebep oluyor. İncelememiz bittikten sonra ise içimizde, tanıtımı yapılan ürüne karşı bir ihtiyaç oluşuyor. Ardından oluşan bu ihtiyaç doğrultusunda ürünü evimize sokmaya ikna oluyoruz ve satın alıyoruz.
Giriş kısmında anlattığım hikayenin çok tanıdık geldiğini biliyorum. Çünkü araştırmalara göre toplumun büyük bir kısmı reklamların heyecanına kapılarak aslında ihtiyacı olmayan ürünleri satın alıyor. Büyük bir hevesle alınan ürünler ise birkaç kez kullanıldıktan sonra bir köşede unutuluyor.
“Ben böyle değilim.” diyorsanız uzun zamandır dolabınızda duran, hiç giymediğiniz ya da “Elbet bir gün ihtiyacım olur.” diyerek beklettiğiniz kıyafetleri düşünün. Ne kadar çok değil mi?
Araştırmalara göre ömrümüzün yüzde sekseninde eşyalarımızın yalnızca yüzde yirmisini kullanıyoruz. Bunların saklanması, temizlenmesi ve bakımı için ise hem vakit hem de para harcıyoruz. Ayrıca bu eşyaları depolamak için dolapları tıklım tıklım dolduruyor, farklı ve daha verimli amaçlarla değerlendireceğimiz alanları eşyalara boğuyoruz.
Birçok kitap sade ve huzurlu bir hayat oluşturmak için fazla eşyalardan kurtulmamız gerektiğini söylüyor. Kullanmadığınız ürünleri ihtiyaç sahiplerine vererek, reklamlara kanmayıp sadece ihtiyacımız olanı alarak hem psikolojik olarak hem de fiziksel olarak karmaşıklığın içerisinden sıyrılabiliriz.