Latin Amerika edebiyatının en önemli isimlerinden Eduardo Galeano, ülke ülke gezerek, futbol dilencilerinin, rüyasında bile futbol gören azizlerin, keyif veren oyundan uzaklaşarak rakamların konuştuğu endüstriyel futbolun derebeylerinin günlüğünü “Gölgede ve güneşte futbol” kitabında tutmuştur.
Usta, futbola inanmak ya da inanmamak anlamına gelebilecek sözleri ise şu sözlerle tarihe not düşmüştür: “Futbol Tanrıya ne yönüyle benzer? Hemen söyleyeyim: Birçok insanın ona inanması ve entelektüellerin ona kuşkuyla yaklaşmasıyla.”
***
Entelektüellerin futbola neden “şüpheyle” baktığına dair sözleriyle başlayalım.
Maç yayın hakları, tribün gelirleri, forma satışları, sponsorluk anlaşmaları gibi faaliyetler futbolu bir endüstri haline getirdi. Duygu yoğunluğu arasında yaşadığı hayatın gerçekliğini sorgulayamaması nedeniyle futbolun taraftarda bir “afyon” etkisi yaptığına dair eleştiriler yapılıyor.
Bu eleştiride futbolun dinle eş değer görülmesinin de önemli rolü var. Dinin de insanların gerçekliğini sorgulayamaması anlamında “afyon” etkisi yani yatıştırıcı bir etkisi olduğunu Marx, 1843’te Hegel'in Hukuk Felsefesinin Eleştirisine Katkı: Giriş yazısında belirtmişti.
“Din-dışı eleştirinin temelini şu oluşturuyor: insanı insan yapan din değil, dini yapan insandır. Yani din, henüz kendine erişmemiş ya da çoktan yitirmiş bulunulan insanın sahip olduğu kendinin bilinci ve kendinin duygusunu oluşturuyor. Ama insan, dünyanın dışında herhangi bir yere çekilmiş soyut bir öz değil. İnsan, insanın dünyası, devlet, toplum anlamına geliyor. Bu devlet, bu toplum, dünyanın tersine çevrilmiş bilinci olan dini üretiyor, çünkü kendileri alt-üst olmuş bir dünya oluşturuyor.
Din bu dünyanın genel teorisini, onun ansiklopedik özetleme kitabını, onun halksal biçimdeki mantığını, onun tinselci point d'honneur'ünü (onur sorununu), kendinden geçmesini, ahlaksal onaylanmasını, görkemli tamamlayıcısını, teselli ve aklanmasının evrensel temelini oluşturuyor. Dinsel üzüntü, bir ölçüde gerçek üzüntünün dışavurumu ve bir başka ölçüde de gerçek üzüntüye karşı protesto oluyor.
Din ezilen insanın içli ezgisini, kalpsiz bir dünyanın sıcaklığını, tinin dıştalandığı toplumsal koşulların tinini oluşturuyor. Din, halkın afyonunu oluşturuyor. Halkın aldatıcı mutluluğunu olarak dini ortadan kaldırmak, halkın gerçek mutluluğunu istemek anlamına geliyor. Halkın kendi durumu üzerindeki yanılsamalardan vazgeçmesini isteme, halkın yanılsamalara gereksinim duyan bir durumdan vazgeçmesini istemek anlamına geliyor.”
Dinin insanı oluşturmadığına, tam tersine homo sapiens olarak insanın dini oluşturduğuna vurgu yapan Marx, dinin yanlış bilince yol açtığını, insanın kendi gerçekliğine ulaşmasında, muhakeme yapmasının önünde hep bir “perde” olduğunu söyler.
İnsan yaşadığı sorunlara “akıl” rehberliğinde çözüm bulmak yerine nesneler dünyasında bir karşılığı olmayan Tanrının, dinin bu yığınlar üzerinde nasıl olur da hala etkisini nasıl devam ettirmektedir? Sorunun yanıtı yine Marx’tan gelmektedir: "Kalpsiz bir dünyanın sıcaklığı.”
Sadece bilim adamları, filozoflar değil dünya edebiyatının önemli isimleri de futbola “şüpheyle” bakmıştır. Sadece Latin Amerika Edebiyatının değil büyülü gerçekçiliğin de en önemli isimlerinden Jorge Luis Borges, Rudyard Kipling gibi yazarlar futbola dair besledikleri hoş duyguyu açıklamada bir beis görmemişlerdir. Hatta Kipling, futbola dair hiç hoş duygular beslememektedir. Kipling, “Ancak küçük ruhlar bu oyunu oynayan, çamura bulaşmış aptallar sayesinde tatmin olabilirler” derken Jorge Luis Borges ise Buenos Aires’te duygularını daha zarif bir şekilde ifade ediyordu: O, 1978 Dünya Kupası’nda Arjantin Milli Takımı final maçını oynadığı gün ve saatte ölümsüzlükle ilgili bir konferans vermeyi yeğlemişti.
***
Bu uzuun bir girişten sonra "Kalpsiz bir dünyanın sıcaklığı” olarak değerlendirebileceğimiz taraftarlık, haftadan haftaya gidilen bir Pazar etkinliği olmadığını, dahası düşmüşlerin, yoluna kaybedenlerin, hayata küsenlere bir merhem, bir oksijen olduğunu işçi sınıfının büyük yönetmeni Ken Loach imzalı “Hayata Çalım At/Looking for Eric” filmiyle yanıt bulmaya çalışacağız.
Dardanne Kardeşler, Aki Kaurismäki gibi işçi sınıfına dair yaptığı filmlerle tanınan Ken Loach, Tanıl Bora’nın ifadesiyle, “Her namuslu Britanyalı gibi yaşadığı şehrin takımını tutuyor, Bath City taraftarı” o nedenle taraftarlığın 90 dakikalık bir maçla sınırlı olmadığını, maç önü, maç sonu muhabbetleri ile insanı kuşatan kudsi bir şey olduğunu “içeriden” bildiriyor.
Hayata Çalım At/Looking for Eric filminde gerçek Eric, karısından ayrıldıktan sonra hayatla kurduğu bağda ciddi kopuşlar var. Kafasını toparlayamamaktadır. Postaları toplamada ve dağıtmada bile ciddi sıkıntılar yaşıyor. Evde ise durumlar hiç hoş değil, çocuklarıyla anlaşamayan bir baba. Ortalık toz duman.
Bir çıkış yolu bulamayan mutluluk anlamında ilk soruyu sorarak başlar: En son en zaman mutlu oldun Eric?” Bu sorunun ardından Eric, geçirdiği trafik kazası sonucu arkadaşları da sorunun çözümü için harekete geçerler. Postanede çalıştığı mesai arkadaşları onu neşelendirmek için elinden geleni yapar; ama Eric oralı değildir.
Bir gün evde, sadece ayrılık meselesi değil, çocuklarıyla bir türlü “arayı” bulamaması nedeniyle bunalan Eric çareyi evde bulduğu mariana ile kafayı bulunca karşısında gördüğü Manchester efsanesi Eric Cantona belirir ve onu bu yokluktan, bu hiçlikten kurtarmak için ipuçları verir.
Eric, Cantona’nın verdiği önerilere kulak vererek harekete geçer. İşe evi temizlemekle başlar. Evdeki çocukların itirazlarına rağmen postaneden arkadaşlarıyla evde fazla olan eşyaları çöpe atar.
O’nu bu yokluğa iten eski eşine Cantona’nın açık çağrısıyla barışır. İşler yavaş yavaş yoluna girer derken, çocuklarından birinin cinayete ait silahı evine saklamaya çalışması aslında sorunun kökenine doğru esaslı bir sınav olacaktır. Aslında bu sevdiği kadınla arasındaki buzların erimesinin de yolunu açarken “tek” başınalığın ne kadar zor olduğunu idrak edecektir.
Eric, bu beladan Manchester United’ın taraftar grubundan Kırmızı Şeytanlar, postane çalışanları ve kral Eric Cantona’nun yer aldığı operasyonla dağıtmışlardır. Bu operasyon taraftarlık mesleğinin sadece bir müsabaka seyretmenin ötesinde dertlerin çözülebileceği, kardeşe el vermenin ne kadar güçlü bir duygu olduğunu bizlere söyler.
Taraftarlığın “sosyalleşmede” ne kadar önemli rol aldığına dair yapılan bir çalışmada Tschuschke futbol etrafındaki sosyalleşmenin, insanın hava-su gibi muhtaç olduğu cemaat ruhunu beslediğini saptıyor öncelikle. Futbol taraftarlarının bu ruhla yaşadığı tutkunun, dinsel ve adeta “arkaik” bir karakteri olduğunu söylüyor.
Psikanalizde “regresyon” denilen bir geriye dönüşten söz ediyor: çocukluğa dönüş. Her türlü ‘erişkin’ kaygının ve kısıtlamanın ortadan kalkması... Dahası, insanlığın tarihsel derin hafızasına, düpedüz taş devri ruhiyatına dönüşten söz ediyor yazar. Ona göre, bütün ‘yüksek memelilerin’ bir top yuvarlandığında büyülenmiş gibi mecbur onu takip etmeleri bunun işareti! Tschuschke, bu ‘duygusal ilkelleşme’nin yıkıcı sonuçlar doğurabileceği uyarısını yapıyor. ‘Çocuksu tutku’nun, özellikle erkeklerde saldırganlık potansiyelini kuvveden fiile çıkarabildiğine dikkat çekerek… Bildiğimiz şeyler ama tekrar bilmekte yarar var. (Tanıl Bora –Sokrates)
Sonuç olarak, entelektüellerin kuşkuyla baktığı “futbol” "Kalpsiz bir dünyanın sıcaklığı” şeklinde değerlendirildiğinde yolunu kaybeden bir kardeşimiz için çok şey ifade edebiliyor. Dara düştüğünde, stadyumun kıyısından köşesinden geçmese bile sosyalleşmenin bir uzantısı olarak o taraftar kaderine terk edilmiyor. Sorunlar çözülüyor, el ele omuz omuza üstesinden gelinemeyecek bir şeyin olmadığını söylüyor. Az şey mi? Haftada bir gün bile olsa kalabalıktan feyz almaya çalışan taraftar sadece sonuca odaklanan modern bir bireyim tam karşısında konumlanıyor; çünkü mağlubiyetler de sevdaya dâhil.
Kaynak:
Eduardo Galeano. Gölgede ve Güneşte Futbol, (Çev: E. Önalp-M.N. Kutlu). İstanbul, 2006. Can Yayınları
Karl Marx. Hegel'in Hukuk Felsefesi'nin Eleştirisine Katkı. Giriş. (Çev. Kenan Somer). Karl Marx. Hegel'in Hukuk Felsefesi'nin Eleştirisi içinde. Ankara, 1997: Sol Yayınları. S. 191-209. Alıntı: S. 191-192.
Tanıl Bora, (2022). Bağımlılık ve Cefa Zevki, Sokrates Dergisi. https://www.socratesdergi.com/yazi/bagimlilik-ve-cefa-zevki
Adı geçen film:
Ken Loach (2009). Looking for Eric.