İki elimle tutarak kendime yol açtım, kapının tam ağzında durduğu için içeri girişimi engelliyordu, üstüme düşecek gibiydi aynı zamanda. Geçebileceğim kadar araladım kapıyı ve evet işte içerideydim. İçerisi dışarıdan karanlıktı ve hiçbir hayat belirtisi yoktu, yalnız tam karşı cephede bir kapı vardı ve o kapının ağzında bir ışık belirtisi gibi bir şey vardı, ha işte dedim kendi kendime düşündüğüm gibi tinerci çocuklar ateş yakmışlar etrafında toplanmış şarap içip kendilerince alem yapıyorlardı yahut kafayı dumanlayıp birazdan çıkıp kendilerine kurbanlar arayacaklardı. Eskiden bu kadar çok değildi bu çocuklar, ne olduysa son on yılda oldu, ülkenin de çıkmaza girdiği bu son on yılda bu çocuklar da çıkmaza giren ülkem gibi çıkmazların içindeydiler, en nihayetinde ben de çıkmaz bir sokak neticesinde buradaydım. Bir şekilde ortak noktalar bulunabilirdi, böyle saçma sapan şeyler geçiyordu aklımdan. Böyle saçma sapan düşünceler beynimi kemirirken, ayaklarımın o ışığın süzüldüğü odaya doğru ilerlediğini fark ettim yine. Ağır adımlarla ilerlemeye başladım. Kapıya yaklaştıkça kalp atışlarımın hızlandığını hissediyordum, içimde bir tedirginlik belirmeye başlamıştı, buna rağmen kendimi frenlemeye çalışıyordum, korksam da korktuğumu belli etmemem gerekiyordu, zira korktuğumu belli edersem ve içeride düşündüğüm gibi bir manzara ile karşılaşırsam işim gerçekten zordu. Belamı bulmuştum zannedersem diye geçirmeye başladım içimden, para isteyecekler, sigara isteyecekler yok diyeceğim vermeyeceğim, onlar diretecekler ben direneceğim ve beni birazdan şişleyecekler yahut bıçaklaya da bilirler. Kafam iyice karıncalaşmaya başlamıştı. Bu düşüncelerin hükmü altında ışığın geldiği kapının eşiğine gelmiştim. Eşiğe iyice yaklaştım ve tedirgin bir edayla başımı uzatacaktım ki içeriden, “amma nazlandın gelmekte yahu” diye bir ses duyuldu. Başımı eşikten merakla uzattım ki, ortada bir teneke içinde yanan ateş, tenekenin hemen arkasında saçı sakalına karışmış, beyazlaşmış ve alnındaki, yüzündeki kırışıklardan yaşını almış gitmiş olduğu aşina bir adamla karşılaştım. Hemen arkasındaki duvara sırtını vermiş, sağ bacağını uzatmış sol bacağı katlı vaziyette sol kolunu sol dizinin üstüne uzatmış oturuyordu. Dudaklarının ucunda yarısına kadar külü duran bir sigara ilk gözüme çarpan ayrıntılardan oldu. Düşündüğüm gibi tinerci çocuklar yoktu da bu adam kimdi burada ne yapıyordu. Şarapçıdır düşüncesi aklımdan geçerken etrafta hiç şarap şişesine benzer bir şey gözükmüyordu. Çaydanlık vardı, ince belli bir çay bardağının içinde yarım çay bardağı çay vardı. Gel evlat gel diyerek oturduğu yerden doğruldu, çay var gel hem tedirginlikten hem de dışarıdaki havadan için üşümüştür şimdi senin gel bir çay içelim karşılıklı diyerek elini uzattı, istemsiz bir şekilde elimi uzattım. Sen kimsin diye soracakken, sen şimdi benim kim olduğumu burada ne halt ettiğimi falan merak etmişsindir, neyse çaylarımızı içerken konuşuruz bunları, nasılsa zamanımız uzun, sabaha daha çok var, hava henüz karardı. Çok şükür ki çayımız var, sigaramız da var, sohbet için her şeyimiz hazır evlat, hoş geldin biz de seni bekliyorduk zaten, hoş geldin…
(Devam edecek)