Annesinin kendisine anlattığı kadarıyla mahallenin adının serüvenini anlatan Şallı, şehrin farklı yaşam alanlarının genellikle bireylerin sosyokültürel ve ekonomik düzeyleri ile ön plana çıktığını belirtti.
Şallı, “Şehrin oluşmasını sağlayan mahalleler genellikle bu tarz yaklaşımlar içinde resmedilip adlandırılırlar. Adlandırmada; tarihi mekânlar, kişilerin geçim kaynakları, saygın kişilerin varlığı mahalle isimlerinin adlandırılmasında önemli rol oynar. Bu isimlendirmelerin yasal adları oldukları gibi halk arasında farklı isimleri mevcuttur.Tarihi mekânlardan dolayı Muradiye, Yeniimaret Mahalleleri- Kültürel kimliğinden Kıyak Baba’dan kıyık Mahallesi, değerli şahsiyetlerin ikamet etmesinden Umurbey, Mithatpaşa,Çavuşbey, Dilaverbey Mahalleleri bunlara birer örnektir. Bu mahalleler resmi adından başka bir de bu mahallelerde yaşayan insanların mesleklerindendolayı halk dilinde farklı isimlerle adlandırılır.Süpürge sanatını icra edenlerin yoğun olduğu Çavuşbey Mahallesine süpürgeciler mahallesi, Umurbey Mahallesinde 15-20 Romanın müzisyen oluşu nedeniyle Çalgıcı Mahallesi, Arap kökenli insanların yaşadığı Nişancıpaşa Mahallesine Araplar Mahallesi denmektedir. 1960’lı yıllarda fazla nüfusa sahip olmayan Muradiye-Menzilahir Mahallesinin iç kısımlarında Roman olmayan ailelerde yaşarmış. Çingenelerin evleri derme çatma, çoğunun gecekondusunun üzerinde çöplerden toplanan askeri çadır bezleri ile kaplıymış. Okuma yazma bilen 4-5 kişiymiş. En eğitimli olanı ilkokul üçüncü sınıf terk imiş. Yoksulluğun, sefaletin hüküm sürdüğü, mahallede Çingenelerin evlerinde elektrik olmadığı gibi gecesokakların tamamı Arap bacının yüzü gibi karanlıkmış.Gecenin karanlığında musluğu açık bırakılan mahalle çeşmesinden gelen su sesinden başka ses çıkmazmış. Mahallede kimileri köylere gider, kalaycılık ve demircilik sanatını icra eder, kadınlar mahalle aralarında eski giyim eşyaları satar, kimileri iş bulduğunda baltacılık ve günlük basit işleri yaparak geçimlerini sağlarlarmış. Ucuz olduğundan et olarak işkembe, uykuluk, şirden, kuzu bunbarı alır yerlermiş. Mahallede yoksulluğun olduğu kadar, aralarında yardımlaşmada varmış.Günün birinde iki tana das(Yahudi) bir tane gaco (çingene olmayan) le birlikte üç kişi mahalleye gelmiş. İstanbul Merter’de Yahudi’lere ait büyük bir tutkal fabrikası olduğundan, tutkalda kasaplık hayvanların kemiklerinden üretildiğinden çok kemiğe ihtiyaç varmış. Edirne’de bu işi yapacak insan arıyorlarmış. ‘Hurdayı biliriz de kemik neyin nesidir?’ Diye düşünmeye başlamışlar. İçlerinden biri ‘a be aga sen çorbalık kemik mi ararsın?’ Diye, soran bile olmuş. Adamlar ‘bizlere kasaplık hayvanların kemikleri lazım. Kasaplardan, çöplerden toplayın. Biz sizlerden uygun bir fiyata bu kemikleri satın alacağız’ Demelerinden sonra kasaplık hayvan kemik toplama işine yedi aile talipli olurlar. Bu yedi aileden biri de anne ve babamdır. Bu yedi ailenin fertleri sırtlarında çuvalla kemik toplamaya başlamış. Bu kemik toplama işi Roman olmayanların zamanla ilgilerini çeker. ‘Kemikleri ne yapıyorsunuz?’ Diye soranların sayısı hızla artar. Edirne’de hiçbir mahallede bu kemik toplama işiyle ilgilenen çıkmaz. Kemik toplama durumu, zamanla Menzilahir Mahallesi Edirne’de kemikçiler Mahallesine dönüşmesi böyle başlar. Hatta mahallede yaşanan adli olaylarda dahi resmi tutanaklara Kemikçiler Mahallesi olarak yazılmıştır.Toplanan kemiklerbahçelerinin bir köşesinde toplanmaya başlar. Her ayın sonlarına doğru İstanbul’dan gelen kamyona tartılarak yüklenir, herkes parasını peşin alırmış. Ancak kemiğin kendine özgü yapısından dolayı sıcakta kokan ve içinde farklı bakteriler oluşturduğundan kasaplık kemikleri toplamaktan vaz geçenler olur. Kemik toplama işinde anne, babam ve yine mahallede ki başka bir aile kalır.Kemikler mahalle ortamından uzak yerleşim alanı olmayan şehrin dışında kapalı alanlarda toplanmaya başlanır.Babamın önceleri bir eşek, daha sonrasında talika alması ile kemik toplama işi büyümeye başlar.8 yaşlarında idim İstanbul’a kemik parasını almak için babam beni de yanında götürmüştü. Fabrikanın girişinde bizi karşılayan bekçi muhasebe bürosuna götürmüştü. İlk defa karşımda farklı bir insan tipini görüyordum. Sakallı kibar giyimli bir adamın yanındaydık. Meğerse fabrikanın ortaklarından Yahudi olan biriymiş. Babama kemiklerin parasını verdi. Babamın elindeki para desteler halindeydi. Üst kattan eliyle fabrikanın dut ağaçları arasında kalan kasasız sıfır model üzerlerinde plakaları olmayan kamyonetleri göstererek ‘İbrahim abi, bahçede bulunan kamyonetlerden birini al. Götür. Sana kasada yaptıracağım’ Demişti. Babam ‘benim okuma yazmam yok, ben kamyon kullanmayı bilmem’ Diyerek kamyoneti almamak için direniyordu. Adam “kamyoneti Edirne’ye getireyim. Her kemik satışından parayı keser ödersin, çocukların arabayı kullanmayı öğrenir’ Dese de babamı bir türlü ikna edememişti. Annem girişimci bir kadındı.Edirne Mezbahasındaki kasaplık hayvan kemiklerini toplama işine girişir. Edirne Belediyesi ile görüşerek; ‘Tamam sen git. Kocanla oradaki kemikleri topla’ Demeleri sonucunda kemik satışı artar. Anne ve babam farklı bir gelişim yaratarak Mezbahada topladıkları kemiklerin etli kısımlarını bıçakla keserek ayırmaya, mahalledeki insanlara para ile satardı. Annem yaşlılara, parası olmayanlara mezbahadan ücretsiz aldığı akciğerleri, bunbar gibi sakatatları ücretsiz verirdi. Sakadanlar Çingenelerin tencerelerinde lezzete dönüşürdü. Bazen de şarabın yanında meze arkadaşı olurdu. 1980’ de askeri darbe sonucu Türkiye’de yeni ekonomik politikalar gereği yaptığımız işeyasal olarak vergi mükellefi olma zorunluluğu getirildi. Yasa gereği mecburen vergi mükellefi olmak zorunda kaldık. Ticaret lisesinde öğrenci olduğumdan mükellef olma konusunda öğrendiğimiz derslerin yardımı ile tüm işlemleri ben hazırlamıştım. Babam ilk defa okumanın değerini anlamıştı” şeklinde anlattı.(Haber Merkezi)
Şallı, “Şehrin oluşmasını sağlayan mahalleler genellikle bu tarz yaklaşımlar içinde resmedilip adlandırılırlar. Adlandırmada; tarihi mekânlar, kişilerin geçim kaynakları, saygın kişilerin varlığı mahalle isimlerinin adlandırılmasında önemli rol oynar. Bu isimlendirmelerin yasal adları oldukları gibi halk arasında farklı isimleri mevcuttur.Tarihi mekânlardan dolayı Muradiye, Yeniimaret Mahalleleri- Kültürel kimliğinden Kıyak Baba’dan kıyık Mahallesi, değerli şahsiyetlerin ikamet etmesinden Umurbey, Mithatpaşa,Çavuşbey, Dilaverbey Mahalleleri bunlara birer örnektir. Bu mahalleler resmi adından başka bir de bu mahallelerde yaşayan insanların mesleklerindendolayı halk dilinde farklı isimlerle adlandırılır.Süpürge sanatını icra edenlerin yoğun olduğu Çavuşbey Mahallesine süpürgeciler mahallesi, Umurbey Mahallesinde 15-20 Romanın müzisyen oluşu nedeniyle Çalgıcı Mahallesi, Arap kökenli insanların yaşadığı Nişancıpaşa Mahallesine Araplar Mahallesi denmektedir. 1960’lı yıllarda fazla nüfusa sahip olmayan Muradiye-Menzilahir Mahallesinin iç kısımlarında Roman olmayan ailelerde yaşarmış. Çingenelerin evleri derme çatma, çoğunun gecekondusunun üzerinde çöplerden toplanan askeri çadır bezleri ile kaplıymış. Okuma yazma bilen 4-5 kişiymiş. En eğitimli olanı ilkokul üçüncü sınıf terk imiş. Yoksulluğun, sefaletin hüküm sürdüğü, mahallede Çingenelerin evlerinde elektrik olmadığı gibi gecesokakların tamamı Arap bacının yüzü gibi karanlıkmış.Gecenin karanlığında musluğu açık bırakılan mahalle çeşmesinden gelen su sesinden başka ses çıkmazmış. Mahallede kimileri köylere gider, kalaycılık ve demircilik sanatını icra eder, kadınlar mahalle aralarında eski giyim eşyaları satar, kimileri iş bulduğunda baltacılık ve günlük basit işleri yaparak geçimlerini sağlarlarmış. Ucuz olduğundan et olarak işkembe, uykuluk, şirden, kuzu bunbarı alır yerlermiş. Mahallede yoksulluğun olduğu kadar, aralarında yardımlaşmada varmış.Günün birinde iki tana das(Yahudi) bir tane gaco (çingene olmayan) le birlikte üç kişi mahalleye gelmiş. İstanbul Merter’de Yahudi’lere ait büyük bir tutkal fabrikası olduğundan, tutkalda kasaplık hayvanların kemiklerinden üretildiğinden çok kemiğe ihtiyaç varmış. Edirne’de bu işi yapacak insan arıyorlarmış. ‘Hurdayı biliriz de kemik neyin nesidir?’ Diye düşünmeye başlamışlar. İçlerinden biri ‘a be aga sen çorbalık kemik mi ararsın?’ Diye, soran bile olmuş. Adamlar ‘bizlere kasaplık hayvanların kemikleri lazım. Kasaplardan, çöplerden toplayın. Biz sizlerden uygun bir fiyata bu kemikleri satın alacağız’ Demelerinden sonra kasaplık hayvan kemik toplama işine yedi aile talipli olurlar. Bu yedi aileden biri de anne ve babamdır. Bu yedi ailenin fertleri sırtlarında çuvalla kemik toplamaya başlamış. Bu kemik toplama işi Roman olmayanların zamanla ilgilerini çeker. ‘Kemikleri ne yapıyorsunuz?’ Diye soranların sayısı hızla artar. Edirne’de hiçbir mahallede bu kemik toplama işiyle ilgilenen çıkmaz. Kemik toplama durumu, zamanla Menzilahir Mahallesi Edirne’de kemikçiler Mahallesine dönüşmesi böyle başlar. Hatta mahallede yaşanan adli olaylarda dahi resmi tutanaklara Kemikçiler Mahallesi olarak yazılmıştır.Toplanan kemiklerbahçelerinin bir köşesinde toplanmaya başlar. Her ayın sonlarına doğru İstanbul’dan gelen kamyona tartılarak yüklenir, herkes parasını peşin alırmış. Ancak kemiğin kendine özgü yapısından dolayı sıcakta kokan ve içinde farklı bakteriler oluşturduğundan kasaplık kemikleri toplamaktan vaz geçenler olur. Kemik toplama işinde anne, babam ve yine mahallede ki başka bir aile kalır.Kemikler mahalle ortamından uzak yerleşim alanı olmayan şehrin dışında kapalı alanlarda toplanmaya başlanır.Babamın önceleri bir eşek, daha sonrasında talika alması ile kemik toplama işi büyümeye başlar.8 yaşlarında idim İstanbul’a kemik parasını almak için babam beni de yanında götürmüştü. Fabrikanın girişinde bizi karşılayan bekçi muhasebe bürosuna götürmüştü. İlk defa karşımda farklı bir insan tipini görüyordum. Sakallı kibar giyimli bir adamın yanındaydık. Meğerse fabrikanın ortaklarından Yahudi olan biriymiş. Babama kemiklerin parasını verdi. Babamın elindeki para desteler halindeydi. Üst kattan eliyle fabrikanın dut ağaçları arasında kalan kasasız sıfır model üzerlerinde plakaları olmayan kamyonetleri göstererek ‘İbrahim abi, bahçede bulunan kamyonetlerden birini al. Götür. Sana kasada yaptıracağım’ Demişti. Babam ‘benim okuma yazmam yok, ben kamyon kullanmayı bilmem’ Diyerek kamyoneti almamak için direniyordu. Adam “kamyoneti Edirne’ye getireyim. Her kemik satışından parayı keser ödersin, çocukların arabayı kullanmayı öğrenir’ Dese de babamı bir türlü ikna edememişti. Annem girişimci bir kadındı.Edirne Mezbahasındaki kasaplık hayvan kemiklerini toplama işine girişir. Edirne Belediyesi ile görüşerek; ‘Tamam sen git. Kocanla oradaki kemikleri topla’ Demeleri sonucunda kemik satışı artar. Anne ve babam farklı bir gelişim yaratarak Mezbahada topladıkları kemiklerin etli kısımlarını bıçakla keserek ayırmaya, mahalledeki insanlara para ile satardı. Annem yaşlılara, parası olmayanlara mezbahadan ücretsiz aldığı akciğerleri, bunbar gibi sakatatları ücretsiz verirdi. Sakadanlar Çingenelerin tencerelerinde lezzete dönüşürdü. Bazen de şarabın yanında meze arkadaşı olurdu. 1980’ de askeri darbe sonucu Türkiye’de yeni ekonomik politikalar gereği yaptığımız işeyasal olarak vergi mükellefi olma zorunluluğu getirildi. Yasa gereği mecburen vergi mükellefi olmak zorunda kaldık. Ticaret lisesinde öğrenci olduğumdan mükellef olma konusunda öğrendiğimiz derslerin yardımı ile tüm işlemleri ben hazırlamıştım. Babam ilk defa okumanın değerini anlamıştı” şeklinde anlattı.(Haber Merkezi)